“Silahlı adamlar… Durmuyorlar…” Bu sözler Suriyeli bir çocuğun ağzından dökülüyor. “Onlar her yerdeler” diyor çocuk. Humus’ta evi bombalanan ve o günden itibaren kekelemeye başlayan bir diğer çocuk evinden çok uzaklarda bir mülteci kampında olmasına rağmen “Beşşar nerede?” diye sorulunca “Beşşar burada” diyor. Televizyonu gösteriyor ve “Sürekli televizyonda konuşuyor. O burada” diyor.
8.TRT Belgesel Günleri’nin açılışı, yönetmen Mani Y. Benchelah’ın ‘Sürgün: Mülteci Çocukların Günlüğü’ isimli bu belgesel ile yapıldı. Harbiye’deki TRT İstanbul Radyosu binasında gerçekleştirilen açılış etkinliği öncesinde kokteyl de vardı. Belgesel gösteriminden önce Tanini Trio’dan harika bir mini konser dinledik. Tabii arkasından savaşın acılarının çocukların dimağlarına nasıl kazındığını gösteren böyle bir belgesel izleyince bütün tatlı anlar acılara bürünüyor.
Hemen yanı başımızda yaşanan savaşı bazen unuttuğumuz anlar oluyor. Kendimizi hayatın akışına kaptırıp orada vahşet yaşanmıyormuş gibi davranıyoruz. Filmler izliyoruz mesela, Amerika’nın ürettiği hayali düşmanlarla savaştığı filmler. Kızgın Kuşlar’ın yumurtalarını çalan domuzların hikayesi girdi bu hafta vizyona. Acayip eğlenceli bir filmdi. Gerçekten. İzlerken çok eğlendim. Gitseniz muhtemelen siz de eğlenirsiniz. Geçen hafta Hitchcock/Truffaut belgeselini izledik. Bugün için onu yazmayı planlıyordum. Hitchcock’un filmlerinde gerilimin ne kadar önemli olduğunu, Truffaut’nun bu usta yönetmen ile gerçekleştirdiği ve tarihe not düştüğü kitabın önemini de anlatacaktım. Ama Suriye ile ilgili (hele de çocukların gözünden anlatılan) bir belgesel izlediğinizde Hitchcock’un filmlerindeki gerilimin âlâsını yaşıyorsunuz.
Boğazına kadar savaşın acılarının içine batmış bir çocuğa “Neden savaştıklarını biliyor musun? Sordun mu hiç?” diye sorulduğunda, “Bilmiyorum. Bu büyüklerin konuştuğu bir şey, çocukların değil” diyor. Bir diğeri “Suriye benim vatanım, tabii ki oraya dönmek istiyorum” dediğinde sıcak evinizdeki huzuru sorguluyorsunuz. Elimiz kalem tutuyorsa, aklımız bir şeyler düşünmeye yetiyorsa aklımızdan çıkarmamamız gereken şeyler bunlar.
Belgeselin beni en çok üzen bölümlerinden birisi ise İsviçre’ye mülteci olarak giden Fatıma’nın “Bir daha Suriye’ye dönmeyi düşünmüyorum. Burada bana çok iyi davranıyorlar. Lübnan’da bile kendimi yabancı hissediyordum. Ama buradakilerin arasında kendimi iyi hissediyorum” demesiydi. Fatıma savaşta sakat kalan bir küçük kız. Zihninde oluşan yaralar muhtemelen vücudundakilerden daha derin. Fatıma’yı da anlamak lazım kuşkusuz. Lübnan’da zor şartlarda kaldığı mülteci kampından İsviçre’de daha lüks şartlarda yaşama imkanına kavuşan nadir insanlardan.
Belgeselin ardından soru-cevap bölümüne geçildiğinde izleyicilerden birisi -belgeselin bu bölümüne atıfta bulunarak- belgeselin dürüst olmadığını, İsviçre’deki sahnelerde mültecilerin çok iyi şartlarda yaşadıklarının gösterildiğini ama Lübnan’da ve diğer kamplarda kötü şartların gösterildiğini söyleyerek tepki gösterdi. Bu tepkinin ardından salondan bir alkış yükseldi hatta. Oysa normalde de yaşananlar böyle değil mi zaten? Avrupa’nın kabul ettiği az sayıda mülteciyi iyi şartlarda barındırmasında ve bir belgeselcinin bunu göstermesinde bir mahsur yok. Hele hele bir çocuğun gözünden aktarmasında hiç mahsur yok. Çünkü Fatıma’nın hissettikleri bizim için çok daha önemli. Yetişkinler ve politikacıların vize karşılığı mülteci pazarlığı yaptığı dünyada doğruları bize gösterecek olan yegane şeydir o çocukların sözleri. Bırakın çocukları yetişkinler olarak bizlerin bile “Aaa vizeler kalkıyormuş, rahat rahat gezeriz Avrupa’da” dediğimiz yerde mülteci çocukların Avrupa’dan dönmek istememesi aşırı normal.
Suriye’ye yakın mülteci kamplarında kalıp iyi bir eğitim alamayan, enselerindeki savaşı her daim hisseden çocukların, geleceğe dair umutlarını yitirenlerin bu dünyaya nasıl bir katkı sunmasını bekliyoruz bilmiyorum.
Okumak için 10 dolar karşılığında bir boyacının yanında 1 hafta çalışmak zorunda kalan ve “Geleceğe dair umutlarımı yitirmeye başladım. Sadece hayal gücümü zorluyorum” diyen Suriyeli çocuk, sana selam olsun…
‘Sürgün: Mülteci Çocukların Günlüğü’ belgeselinin teknik anlamda çok fazla incelenecek bir yönü yok. Açıkçası izledikleriniz karşısında zaten bunları düşünecek haliniz de kalmıyor. Belgesel nasipse Cumartesi günü 15.20’de Akbank Sanat’da bir kez daha izleyiciyle buluşacak.
(Not: Belgeselin çekimleri 2013’te başlayıp bir yıl sürmüş. Türkiye’deki kamplara dair herhangi bir görüntü ve yorum yok.)