Sonunda beklenen oldu ve 2019 yerel seçimlerinin, psikolojik öneme sahip en önemli adaylığı da açıklandı. Zira AK Parti İstanbul’u şansa bırakamazdı/bırakmadı. Bu kadar önemli bir adaylık için yine çok önemli bir isimle seçime girmek, rakiplerin durumu da göz önene alındığında AK Parti’ye büyük bir avantaj sağlayacaktır…

İşin önemli yanlarından biri de çok az siyasetçiye nasip olacak bir gerçeği içerisinde barındırmasıdır. O gerçek de Sayın Yıldırım’ın “seçmenin adayı” olması vasfıdır. Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleştirilen Aday Tanıtım Toplantısı, İstanbul adayı için aslında bir nevi “malumun ilanı”oldu.

Aksi halde farklı bir ismin açıklanması, seçmende gerçek bir hayal kırıklığı oluştururdu diye düşünüyorum. Sokaklarda karşılaştığınız seçmenlerinde genel olarak ifade ettiği cümle, “Eğer AK Parti Binali Yıldırım’la seçimlere girmezse işi zorlaştırır” idi. Bu sözün tercümesi, rakiplerin gücüyle ilgili değildi bana göre. Çok içselleştirdikleri bir adayı karşılarında göremezlerse bir hayal kırıklığı yaşayacaklarının bir ifadesiydi. Seçmen istediğini almış oldu bu vesileyle…

Yani kader hem AK Parti’yi hem Cumhurbaşkanı’nı hem de Binali Yıldırım’ı aynı noktada birbirine mecbur etmiş oldu… Bu mecburiyeti sağlayan şey de seçmenin yüksek bir beklentiyle, “Binali Yıldırım” demesidir.

Peki, Sayın Binali Yıldırım’ı bu kadar öne çıkaran şey nedir? İşte bu temel sorunun ardına düşmeden doğru bir analiz yapamayız. Hiç kuşku yok ki en önemli vasfı, her kesimi kuşatacak ve her kesime sempatik gelebilecek olmasıdır. En resmi ortamları bile bir esprisiyle yumuşatabilen bir ismin seçmende oluşturduğu hissiyat, kendine yakın hatta kendilerinden biri olarak görme duygusu en öne çıkan şeylerdir bana göre…

Saydığım vasıfları önemli yapan şeylerden biri de bugünlerde konuştuğumuz, bazı belediyelerde ki tepeden bakışlardır. Sayın Yıldırım bu halin tam karşısında duran bir aday oldu…

Muhalefetin İstanbul’a yüklediği anlam ile AK Parti’nin yüklediği anlam aynı değil elbette… Birisi yaptığı devasa hizmetlerin kaldığı yerden devam etmesi arzusundayken diğeri, iktidarı  -seçimi kazanırsa tabi- bir erken seçim ile yıkma hevesindedir…

“Kazanamıyorsan kaybettir ya da yapamıyorsan yık” anlayışıyla son on altı yıldır seçimlere giren başta ana muhalefet olmakla birlikte bir muhalefetimiz var. Bu anlayışın ürettiği saldırgan ve karşı tarafın gardını düşürmeye yönelik hamlelerin tamamının altında bu saik var; muharrik bir duygusallık da içeren…

Muhalefetin en önemli işlevlerinden biri elbette iktidarı zayıflatmaktır; ama nasıl? Bu “Nasıl?”a verilecek cevap, iktidarın ardında bıraktığı boşlukları iyi görmek ve onlara dönük güçlü öneriler sunmaktır…

Ne yazık ki Türkiye uzun bir süredir böyle bir muhalefetten de uzaktır. İktidarı öfkelendirerek hata yaptırmaya zorlayan muhalefet, bunu başaramayınca kendi öfkesinin kurbanı olarak bir sürü hata yapıyor; hem de komik olma pahasına… Ortaya atılan iddiaların hiçbir gerçekliği olmadığı için hem tazminatlarla hem de imaj kayıplarıyla ciddi bir fatura ödüyorlar. Örnek vermeye kalksam inanın bu sayfalar yetmez… Zira birçoğu buradan tekrar hatırlatmayı abes kılacak kadar toplumun espri envanterine girmiş vaziyette…

Yani Kılıçdaroğlu sadece siyasi bir figür değildir artık… Tabi bu tablonun müsebbibi sadece göz önünde olan Kılıçdaroğlu değildir, onu “doğru” bilgiyle beslemek zorunda olan danışmanlarıdır da… Yeni özetle: Bir seçime daha giderken hem CHP adayının hem de Kılıçdaroğlu’nun klasik zihniyetten kopamadığını görüyoruz…

Rekabeti oldukça yükseltmiş olan AK Parti karşısında klasik tavırların hiçbir karşılığı yok… Birilerinin bunu CHP ve müttefiklerine bir kez daha ve ciddiyetle hatırlatması lazım; değilse zira, onlar için bir yenilgi daha mukadderdir…