Sormadan geçemeyeceğim bir soru: İnsanoğlu daha toleranslı davranarak işleri Hannah Arendt’in; “Nihai ve amansız hakem” olarak tanımladığı savaşlara bırakmayabilir miydi?
Evet, maalesef savaşlar uluslararası ilişkinin en can yakıcı biçimine tekabül ediyor…
Hiç istemesek de yirminci yüzyıl Lenin’in öngörüsünü haklı çıkardı: “Savaşların ve devrimlerin yüzyılı” olarak…
Ve kuşkusuz bir “şiddet yüzyılı” olarak geride kaldı…
Dünya üzerinde biriken silah stoklarının durumu Harvey Wheeler’in; “Kıyamet habercisi” olarak ifade ettiği ve tek bir kurala göre oynanan bir (apokaliptik) satranca işaret ediyor…
Bu savaş: “İçlerinden birisi kazanırsa ikisinin de sonu olacak” türden…
O sebeple de süper güçler için silahlar artık savaşmak için değil bir caydırıcı unsur olarak hâlâ büyük bir iştahla üretilmeye ve depolanmaya devam ediyor…
Sanki“Kılıçlar olmaksızın sözleşmeler sözden öte bir anlam taşımaz” diyen Tomas Hobbes’u haklı çıkarma yarışında bir görüntüyle…
Savaşlar da bitmiş değil her türlü acıya ve onun bıraktığı derin izlere rağmen…
Adeta açılan her yara için güdülen intikam ve alınan “öcün” yarası, hep devreden daha derin bir yaraya dönüşmüş…
Bu, şiddetin de ne denli derinleştiğini, büyüdüğünü gösteriyor…
Fakat süper güçler birbiriyle savaştıklarında her ikisinin de yok olacağını fark ettikten sonra hem savaşıp hem de ayakta kalabilmenin yeni yolunu buldular…
Bu yeni yol çok daha ahlaksız, merhametsiz, adaletten uzak…
“Vekâlet savaşı” adıyla güçsüz ve muhtaç toplumların asilerinin kandırılarak kendi insanlarını yok ettirmeye dayanan bir teorinin pratiği…
Bazı coğrafyalarda bu güçlere maşa olmaya gönüllü ne kadar da devşirme varmış gördük, anladık…
Bu maşalar keşke sahipleri için bir “av köpeği” mesabesinden öte olmadıklarını anlayabilselerdi…
O zaman yakaladıkları avın asıl sahibinin kim olduğunu da çok açık bir şekilde görebilirlerdi…
Savaşlarında kendince centilmenlikleri, hukuku vardı…
Son kertede işler bu “amansız hakem”e kaldığında görece bir öngörü ortaya konabiliyordu…
Şimdi işi devralan vekillerin hiçbir hukuki ya da ahlaki aidiyetleri olmadığı için savaşlarının da hiçbir hukuku yok…
O sebeple kendilerine terörist, yürüttükleri şeye de vahşilik, barbarlık diyoruz…
Hiçbir insan ya da devlet bu öngörülemez vahşetten bir medet umamaz…
Çocuklar ve masumlar teröristin keyfiyetine bırakılmış bir şiddetin içine itilemez…
Ne dünya ne de insan hayatı terörün gölgesinde, şansın kendisine dönmesini beklemeye terkedilemez…
“Ateş yakacak bir şey bulamadığında kendini kül eder…”
Bu açık söz, terör ateşine odun taşınmadığında kendini kül edeceğini gösteriyor…
“Birimiz güvende değilsek hiç birimiz güvende değiliz” dediğimiz bu günler, bundan sonra işlerimizi “amansız hakem”e götürmemeye de bir vesile olur mu?