Vaktiniz az ise başlıktaki tuhaf cümlenin şaşırtıcı sahibini, yazının sonunda bulabilirsiniz.

Stephen Hawking dünyaca ünlü kitabı Zamanın Kısa Tarihi’nde, evrenin neden meydana geldiği sorusunun kritik öneme sahip olduğunun altının çizer. Ona göre filozoflar, bilim adamları hatta sıradan insanlar ‘kainatın neden var olduğu’ tartışmasına katılmalı ve herkes durduğu yerden görüp anlayabildiği kadarı ile bu soruya cevap bulmaya çalışmalıdır. Zira bu sorunun cevabı bulunduğunda, Tanrının aklının ne olduğunu yani evrende böylesine kusursuz bir düzen ihdas etmekle neyi amaçladığını öğrenmiş olacağız. Bu ise insan aklının elde ettiği en büyük zafer olacaktır.

Yüce kitabımız Kuran’ı incelediğimizde, münkirlerden daha çok müşriklerin iddialarına yanıtlar verdiğini görürüz. El-Kitab’ın üzerinde durduğu asıl mesele, şirktir. Bu bize zımnen şunu öğretir: Allah’ın varlığı, içinde yaşadığımız kosmosta o kadar aşikardır ki bu gerçeği inkar etmek aklen mümkün değildir. Ateist olmak için çok çok zeki olmak gerekir. Zira mevcudiyeti kendi varlığımız kadar bedihî olan Vacibu’l- Vücud’u reddetmek için aklın ve mantığın sınırlarını tepelemek esastır.

İslam mütefekkirleri yine de Allah’ın varlığını ispat için çeşitli mülhid akımlara karşı teleolojik, kozmolojik, ontolojik ve fıtrat delili gibi ispatlar sunmuşlardır.

Bu argümanlar içerisinde ilim ve düşün adamlarının en çok müracaat ettiği, gaye ve nizam (teleolojik) delilidir. Branşlaşmanın da katkısıyla bilim, kainatın sır perdelerini her geçen gün biraz daha aralamaktadır. Evrendeki kusursuz düzenin hayranlık uyandırıcı niteliği, bu varoluşa bir anlam yüklemeyi zorunlu kılar. İşte en inatçı tanrıtanımazın bile akıl bağlarını çözen bu gerçeklik, denklemin merkezine bir yaratıcı fikrini yerleştirmeye, bizi icbar eder.

Elbette insanın zihnindeki konuşma baloncuklarına doluşmuş cevapsız sorulara püf diyen bu anlam yolculuğu, bir arayışta olanlar için mümkündür. İnadî küfür sahipleri, mabedin dışında nasipsizler safında hizalanmaya devam edecektir.

Ömrünü kainatın nasıl yaratıldığını anlamak için harcayan Einstein: “Tanrı’nın dünyayı yaratırken neyi amaçladığı, ne düşündüğünü merak ediyorum. Gerisi teferruat…” derken serencamının anlamını arıyordu. O, kendisini ateist olarak göstermek isteyenlere şiddetle karşı çıkıyor ve doğanın temeline yerleştirilen zeka ve mantığın sahibine, insanoğlunun tüm alçak gönüllüğü ile saygı duyması gerektiğini belirtiyordu.

Kuantum fiziğinin ünlü teorisyenlerinden Heisenberg,  bir adım öne çıkıp insanı düşünürken dehşete düşüren şu realiteyi gözlerimizin önüne seriyordu: “Evrene kusursuz bir düzen vererek bu özel pusulayı yöneten manyetik güç, bir gün tükenecek olursa insanlığın başına toplama kampları ve atom bombalarından bile daha kötü şeyler gelebilir.” O bu çıkışı ile kıyametin matematiğini çözümlemeye çalışıyordu. Aslında aradığı matrisi çoktan bulmuştu.

Felsefe dinin huzursuz kardeşi ise bilim de huysuz kardeşidir. Kendi ürettiği puta tapan bir bilimcilik ideolojisine dönüşmediği sürece bilim, insanın hakikat arayışının müşahhas yöntemlerinden biridir. Kainat üzerinde araştırma yapan her ilim adamının, ‘nasıl’ sorusuyla ile başlayan yolculuğunun son istasyonunda, onu karşılayacak sual; majiskül bir ‘NİÇİN’ ünlemidir. Bu yolculardan biri olan Erwin Schrödinger, evrendeki kesretin içinde saklı olan birliği (tevhidi) görür ve bu birliğin mimarının, Tanrı’dan başkasının olamayacağını itiraf eder.

Daha ilginç bir ifşaat ile bitirelim. Ortaya attığı evrim teorisiyle ateistlere can simidi olan Charles Darwin otobiyografisinde, “kendini uçsuz bucaksız ve olağanüstü evrene bakınca bir ‘İlk Neden’in varlığına başvurmak zorunda hissettiğini” belirtir ve ekler: “Sanırım Tanrı’ya inanan biri olarak adlandırılmayı hak ediyorum.”

Baki selam…