Tabii ki her zaman mübarek Ramazan ayı münasebetiyle, mü’minlerin ne kadar coştuğuna şahit olmaktayız. Gerçekten Ramazan bambaşkadır. O, ayların sultanı olduğunu her haliyle belli ediyor. Zira inanan insanlar onda tuttuğu oruçla açların, yoksulların, mustarip insanların halini anlıyor ve önemli ölçüde cömertlik örnekleri veriyor. Bu durum ise, Allah’ın Dininin eşsizliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Böylesine haller bizi eskilere ama hiç eskimeyecek şekilde, cömertliğin de ötesinde yaşanmış hadiselere götürüyor. Allah (cc) onlardan razı olsun.
Ramazan bu yönüyle kardeşliğin de en güzel örneklerini sunar bize. Aynı zamanda zenginlerle fakirlerin bir arada olmasına vesile olur zaman zaman. Bunlar güzel şeyler gerçekten.
HEYECANDIR RAMAZAN!
Ramazan aynı zamanda, dünya Müslümanlarına el uzatmanın da en yüksek derecelerini ihtiva eder. Özellikle memleketimizde bu heyecanı çok fazla görürüz. İşte kardeşliğin doruk noktaya ulaştığı mübarek ay.
O gelince güller açar mü’minlerde adeta,
Gidince de hüzün bırakır ardında onlarca…
Sonra da hasretle bekletir aylarca,
Dillere dökülür daha sonra günlerce…
Hani desek ki;
Bekliyoruz seni Ey Ramazan,
Yüreğimizde sakladığımız sevgiyle,
Sen ki, sevinç olursun bizlere,
Devâ olursun dertli gönüllere…
Çiçek açtırırsın gülen yüzlerle,
Tebessüm ettirirsin gamzelerle…
Seni bekleriz Ey Ramazan,
Baktırma semalara gel hele…
Sevinçle dolsun çocuklar,
Kılınsın camilerde Teravihler…
Kaplasın gökyüzünü hâleler,
Çevirsin etrafını hilâller…
Ey Ramazan! Sahurun ayrı bir tat,
İftarın heyecan katar kat kat…
Bir kervansın sen, hazinelerin var,
Asrın rezaletine nice çarelerin var…
***
RAMAZANI ANLAMAK
Onu anlamak, yaşamaktan geçer.
Açları hatırlamaktan geçer.
Ümmetin ıstırabını görmekten geçer.
Âh insanlık (!) âh!
Anlamak ne mümkün seni!
Elde ettiğin imkân ve varlığı, nasıl da mahvetmekte kullanıyorsun insanlığı… Elinde kalacağını mı sanırsın hep bunların? Yazık sana, çok yazık! Acısını çekeceksin aldığın “âh”ların!
Allah’ın senin için gönderdiği Din-i Mübin-i İslâm’ı yaşamak dururken, gaflet ve dalaletle heder ediyorsun ömrünü…
Evet. Rabbimizin bize verdiği bu güzel nimeti bir kez daha düşünüyoruz bu münasebetle…
KUR’AN!
ÂLEMLERİN YÜCE RABBİNDEN…
Çünkü Peygamberimizdi layık olan O’nu almaya, yaşamaya ve insanlığa aktarmaya. O’nsuz Kur’an nasıl anlaşılacaktı ki? Şimdilerde O’nsuz Kur’an’ı anlamaya çalışanlara acımak lazım. Onlar nasıl da bataklığa atıyorlar kendilerini. Bir de kendilerine tabi olanları. Bunun hesabını nasıl verecekler Yüce Allah’a?
Ramazan, İnsan ve Kur’an! Ne güzel bir üçlü bu…
O Ramazan ki, insanla Kur’an’ı buluşturur. İnsanları Kur’an’a koşturur. Kadın ve erkeğiyle mukabeleler okutturur. Kendisine Kur’an indirilen Allah Rasûlü’nün Sünnetidir bu. Hani her Ramazan Cibril ile okurlardı ya. Ne güzel bir lütuf bu.
Aslında insanlığın araması gereken hakikatler bunlar olmalı. İnsan bu manalarla, insanlığını bulmalı. Yoksa neye yarar hayat? Gelmiş ve gitmiş. Mesele o değil. Gelmiş, yaşamış, kazanmış ve gitmiş. Ne güzel bir gidiş bu. Rabbimiz cümlemize bu kazancı nasip eylesin.
RAMAZAN SOFRASI VE ORUÇ İBADETİ
Ayların Sultanı olarak bilinen Ramazan, Hak yolcusu olan kulu hedefine ulaştıran en güzel vasıtalardan birisidir. Bu yolculuk denizlerin enginliği, göklerin sonsuzluğunda devam ederken kula, bambaşka bir letafet ve doyumsuz bir haz verir. Bu letafet ve haz onda o kadar çok etkili olur ki, ondan ayrılışı büyük bir hüzün olarak yer eder kalbinde. Bütün bunlar, Ramazan-ı Şerif'in sonu bulunmaz bir esrar-ı İlâhîyi nasıl da sakladığını gösterir içinde. Bu esrar-ı İlâhiyi çözümleme gayretinde olan kul, binlerce bininden birini kavrarken, yeni binlerin karşısında tecelli ediverdiğine şahit olur.
Kulluk gayretinde olan insanı kemal derecesine çıkarırken, Cemâl-i İlahî arzusuyla yakan bu mübarek ayın kazancı o kadar çoktur ki, anlatılamaz.
Ramazan sofrası diye bir tabir var biliyorsunuz. Bu ifade ile aklımıza ilk anda ne geliyor acaba?
Ramazan sofrası deyince o güzelim iftar sofraları gelir ilk anda akla. Öyle ki, insan böylesine mükellef bir sofradan ne yiyeceğini bile şaşırır adeta.
Ama bizim burada kastımız o değildir. Biz ayrı bir Ramazan Sofrası'ndan bahsediyoruz. Aslında sizler de bunu çok iyi biliyorsunuz. Evet, bu manevî bir sofra. Ramazana mahsus… Bizlere Rabbimiz tarafından bahşedilen, çok kıymetli ikramlarla donatılarak kurulmuş ve sunulmuş Ramazan Sofrası.
Şimdi bu manevî sofranın içinde neler var bakalım:
Önce Kur'an-ı Kerim. Zira Allah (cc) bu sofrayı bizlere onun hürmetine bahşediyor. İşte bunun belgesi:
"Ramazan ayı ki onda Kur'an, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi." (2 Bakara 185)
Bunun için Ramazan ayına Kur'an Ayı deniliyor. O ki, bütün yönleri nuruna boğuyor ve bu sofraya uzananları en güzel şekilde doyuruyor.
İkincisi Oruçtur. "Sizden bu aya ulaşan, onda oruç tutsun." (2 Bakara 185)
ORUCUN FAZİLETİ VE SEVABI
Onunla Ramazan ayının farkına varıyoruz. Fert, aile ve toplum hayatımızda nice müspet değişikliklere mazhar oluyoruz. Rabbimize daha da yakınlaştığımızı hissediyoruz. Zira onun bize getirdiği öylesine kazançlar vardır ki, bunları ancak Allah Rasûlü (sav) Efendimiz'in mübarek sözlerinden anlıyoruz:
“İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah Teâlâ; “Ama oruç başka. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben veririm. Oruçlu, şehvetini ve yemesini benim için bırakır,” buyurmuştur. ” (Buhârî, savm 4; Müslim, sıyâm 166.)
Sahuru bir başka, iftarı bir başkadır bu sofranın.
REYYAN KAPISI
Cennet yolculuğunda olan Ramazan efradının, yolun sonunda kendilerini bekleyen bir kapı vardır ki, adına Reyyân denir. Efendiler Efendisi (sav) bu müjdeyi şöyle haber verirler bizlere:
“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. (Onlar), ‘Oruçlular nerede?’ diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse girmez.” (Buhârî, savm 4; Müslim, sıyâm 166.)
Evet, bu giriş, ne güzel giriştir. Onun yolculuğunun güzelliği gibi. Onun yolcuları da bambaşka bir güzelliğe sahiptir.
SEVİNÇ ANLARI
İftarı esnasındaki sevinci hepimiz yaşarız. O ne güzeldir.
Onun diğer derûnî zevki, kişinin Rabbine kavuştuğu esnada ortaya çıkıyor ki bu, asla anlatılamaz. Onu ancak o ânı yaşayan insan bilir. Rabbimiz bizlere de yaşatsın. İşte bu manada şöyle haber verilir:
"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, iftar ettiği zamanki sevinci; diğeri, Rabbine kavuştuğu andaki sevincidir. Hiç kuşkunuz olmasın ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.” (Müslim, sıyam 164.)
Demek ki onun bir de ağız kokusunun güzelliği var ki, Allah katında pek kıymetlidir.
O, perdedir kul ile günahlar arasında. Engel olur kötülüklere. Bir zırhtır düşmana karşı. Ne güzeldir o.
Mü'min ulvîleşir onunla. Arınır adeta ruh ve bedeniyle. Derûnî bir zevk ve neş'e âlemi yaşar. Anlatımı imkânsız bir manâya ulaşır. Sabır ve sükûnet bulur özünde. Öfkesini yutar. Bu zoru başarmak ne güzeldir. Bütün bu eşsiz hakikatler şöyle billûrlaşır Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) lisanında:
“Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa “ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).” (Buhari, savm 2, 9, Libas 78; Müslim, sıyâm 164.)
Oruç, ruh ve bedeni tamamlayan bir ibadettir. O sadece aç ve susuz kalmak, şehvetine mani olmak değildir. O, kişiye şahsiyet kazandırır. Böyle olmazsa yanına ancak açlık ve susuzluğu kalır.
Ahlakını güzelleştirir. Toplumda saygınlığının artmasına vesile olur. Bilmeli ki insan, sadece bedenle olgunlaşamaz.
Ebu Ümâme (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah'ın Rasûlü dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allah beni mükâfatlandırsın.”
“Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi yoktur.” (Nesâî, sıyam 43; Nesâî, sıyam 43.)
Odur insanı bütün bu ve benzeri özelliklerinden dolayı cehennemden uzaklara taşıyan. Bunca ulvî manaları yaşatıp cennetlere yaklaştıran:
“Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.” (Buhârî, cihâd 36).
Rabbimiz bu güzellikleri lûtfeylesin. Onun mükâfatına nail eylesin!