İnsanoğlu son derece gizemli, kompleks ve mucizevi özelliklerle donatılmış bir organizmik bütünlüğe sahiptir. Fiziksel gelişimdeki harikuladeliği gösteren sayısız şifre bilim adamları tarafından çözümlenmeyi beklemektedir. Bilhassa beynin yapısı ve işleyişi incelendiğinde, Yüce Yaradan’ın insanoğlunu ne denli üstün vasıflarla mevsuf kıldığı gözlenmektedir. Bu gözlemlere ve incelemelere bağlı olarak yaradılış gerçeğini kabullenen ve mümin olan çok sayıda bilim adamından söz edilebilmektedir. Bu gözlemlerin ortak sonucu insanoğlunun bedeni, ruhu ve beyni arasında karşılıklı bir belirleyicilik olduğu yönündedir. Yani fiziksel sorunlar insanın psikolojisini etkilediği gibi psikolojik problemler de bedensel yapımızı zedelemektedir. Dolayısıyla fiziksel ve bedensel sağlığın ön koşulu, işlevsel bir ruhsal ve manevi yapıya sahip olmaktır.

İnsanı giderek daha da bireyselleştirmeyi öneren ve makbul insan olarak kendini seven, kendine güvenen, güçlü olan, kendine saygı duyan, kendini yeterli hisseden, kendisiyle barışık olan, özgür olan, haklarını savunan gibi tek başına yararlılığı tartışmalı olan özelliklerle techiz edilmiş bir mekanizmayı öne süren günümüz psikoloji bize nasıl bir fayda sağlayabilir?

Makbul insan sınırsız güç, başarı, sevgi, onay, özgürlük, kusursuzluk, bağımsızlık arayan veya bunlara sahip olan değil hem gâm hem hâl hem dem hem dert olan insandır. Çağdaş psikoloji ise kişiler arası ilişkilerde, bunların yerine empati ve tolere etme gibi iki kavramı savunmaktadır. Bu en azından bizim gibi kolektif yani toplulukçu olan ve bir arada yaşamayı becerebilen kültürler için geçerli değildir. Son yıllarda oldukça gündemde olan empati; kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyup, onun bakış açısıyla yaşadıklarını anlamaya çalışıp sonra tekrar kendi konumuna dönerek karşıdakine onu anladığını hissettirmesidir. Tolere etme ise karşıdaki kişinin olumsuz özelliklerine bir bakıma tahammül etmeyi içerir, fazlasını değil. Şimdilerde psikoloji yeni nesile bu değerleri empoze etmektedir. Bu ciddi bir tehlikedir.

Bize lazım olan ise daha fazlasıdır. İnsanı her anlamda tedavi ve rehabilite eden diğer insanlardır, özgürlük ve bağımsızlık değil. Kanaat, şükür, tevekkül ve sabır gibi olağanüstü işlevsel ve yararlı olan kişisel özellikleri kazanabilmesi için insanoğlunun başkaya ihtiyacı vardır. Aslında insanoğlu her zaman ve zeminde başkaya muhtaçtır, yalnız kaldığı için yardımına koşacak birisi olmayana acımak gerekir. Kanaat özelliğini kazanabilmesi için kendinden daha olumsuz durumda olanları görebilmesi ve onlara dokunabilmesi gerekir. Böylece insanoğlu hâlinden memnuniyet ve doyum sağlayabilir. Doyum ise zindelik ve mutluluğun öncülüdür. Öte yandan daha güçlü ol, yaşam merdiveninde hızla yüksel, daha fazlasını iste gibi ilkeler insanı kısa vadede tükenmişliğe ve yalnızlığa sürüklemektedir. Maalesef bizim kültürel yapımıza uygun önermeler geliştirdiğini savunan psikologlar ve akademisyenlerimiz de insanımızı bu zemine itmektedir. Onlar da bu yanılgıya düşmektedir

Şükür de benzer biçimde batı psikolojisinde bulunmayan ancak bizim insanımıza sağaltım noktasında eşsiz katkılar sunacak bir hususiyettir. Keşke aileler şükretme özelliğini çocuklarına kazandırabilseler. Şükretmek ve hamd etmek mevcut konumumuzda da bir hayır olduğuna ikna olabilmektir. Ancak bu asla pasiflik ve tepkisellik ile karıştırılmamalıdır. Müslüman inisiyatif alan, proaktif olan ve davranış zeminini kendisi oluşturan kişidir, eylem insanıdır.

Tevekkül edebilen kadar başarılı bir insan yoktur. Tevekkül tüm tedbir ve önlemleri aldıktan ve gerekli hamleleri yaparak işlevsel bir plan doğrultusunda harekete geçip, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra kişinin sonuç noktasında yalnızca Yaradan’a bel başlamasıdır. Bu tür bir psikolojik tahlil birçok antidepresandan bana kalırsa daha etkilidir. Oysa Batı’nın lügatinde tevekkül yer almadığı için bize önerdiği sağlıklı ruhsal yapının muhtevâsında da maalesef tevekküle yer yoktur. Bunun yerini hırs ve rekabet hissi almaktadır ve böyle bir modelde, insanoğlu Rabbine sığınamadığından içindeki güce güvenmekten başka yolu yoktur.

Son olarak meditasyon diye son zamanlarda hem ülkemizde hem de dünyada büyük bir hızla yayılan modanın, bilinçli ve sistemli bir propaganda olduğu, bir Budist ibadeti olduğu apaçık bir gerçektir. Meditasyon yerine bizim dinimiz ve kültürümüzde bize daha uygun olan tefekkürü gündeme almak hepimiz için bir görevdir.

Selametle,