Şeyh Edebali ne diyordu: “İnsanı yaşasın yaşat ki devlet yaşasın!” Her çabası insanı yaşatmak üzerine olan bir inancın, medeniyetin mensupları olarak, geldiğimiz noktayı derinden sorgulamak zorundayız…

Örfünden, inançlarından her geçen gün biraz daha kopan, post-modern dünyanın,“belirgin belirsizlik” olarak her şeyin kimliğini biraz daha yok etiği bir çağda,“insan” her geçen gün biraz daha kayboluyor kanaatimce…

“İnsanı öldürmek ahlaki midir” Sorusunun en üst perdeden sorulması gereken bir dünyada, bireyden devlete uzanan çok geniş bir yelpazede öne çıkan tablo; “İnsan en etkin şekilde nasıl öldürülebilir?” şeklinde belirginleşiyor…       

Hatta öldürme biçimlerinde bir “ahlaksız yarış” var; “öldürme” ifadesinin bile hafif kaldığı bir katliam, bir vahşet bu…

Post-modern dünyanın renksiz, kokusuz, tatsız ve hissiyatsız ortamında, kendine ait olanın izini sürmekten aciz kalan insanın yaşadığı şey aslında bilgi bombardımanında cahil kalmaktır…

Bilginin hiç olmadığı bir dünya ile altından kalkılamaz, tanımlanamaz, hazmedilemez olduğu bir dünya arasında pek bir fark yoktur kanaatimce…

Animist toplumları artık yadırgatmayacak bir animizm batağındayız… Örfünden kopuk bir toplumda, ona değmeyen bir bilginin ne kadar çok ya da ne kadar derin olduğunun da hiçbir anlamı yok…

Yok diyorum çünkü bunca bilgiye rağmen insanların hâlâ faldan, medyumdan medet umduğu bir çağdayız…

İnançtan, gelenekten hulasa hayatımıza giren “yeni”yi anlamlandırmayı sağlayan her türlü araçtan yoksun bırakılan post-modern çağ, belirsizleştirdiği, karanlıklaştırdığı her alanı fırsatçılara açmaktadır…

“Karanlık fırsatçıları” tarihin her döneminde vardır. Fakat bu fırsatçılar tarihin hiçbir döneminde bu kadar alan yakalayamamışlardır…Gelişen ve büyüyen dünya fırsatçılara da aynı oranda imkân sunuyor ne yazık ki…  varlığını diğerinin yokluğu üzerinde gören bu fırsatçılık, yaşamak adına hiçbir canilikten de kaçınmıyor maalesef…

Öyle zannediyorum ki, “Bilgi çağı” en büyük imtihanını bilgisizlik üzerinden veriyor…

Anlatmaya çalıştığım hakikati bir ironiyle desteklemek istersem her halde buna en güzel örnek olarak ABD başkanının bazı Arap liderlerle bir küre etrafındaki fotoğrafını verebilirim… Bundan daha büyük bir medyumluk örneği aklıma gelmediği için…

İnsanı anlamlı kılan“şey” yok olduğunda bu defa insan “şey”leşiyor… Şey, felsefede “her şey” anlamındadır; nesneler dünyasına dair… Fakat insan “şey”leşirse ya da “şey”leştirilirse bütün değerlerinden soyutlanmış olur…

“Eşref-i mahlûk” vasfını Allah’tan alan bir varlığın, başka bir insan eliyle değersizleştirilmesi, şerefinden yoksun bırakılması seküler insanın başka bir sapkınlığının da delilidir. O delil de,“Allah’ı tanımama” halidir… Ve bir isyandır neticede…

İnsanın değersiz olduğu bir dünya, ne aileyi ne de toplumu değerli kılabilir… İşte tam da bu yüzden Emine Bulut kardeşimize vurulan bıçak, ondan çok daha fazla aile hayatımıza, toplum olma bilincimize ve daha ötesinde, insan olarak kalabilme halimize vuruldu…

Farkında mıyız? İnsan olan yanımız kanıyor…