Allah Rasûlü’nün (sav) ashabı ne güzel insanlardı! Her biri başka idi onların… O “en hayırlı” nesli, nasıl anlatabiliriz ki!
Kâinatın Efendisi’ni en ince ayrıntısına kadar takip ederler ve O’ndan bir ilim, bir edeb, bir nasîhat almaya çalışırlardı. O’nu sanki “Başlarında bir kuş var da kaçırmamaya çalışan insanların” hâli gibi dinlerler idi.
O, ne yaparsa onu yaparlar, ne derse onu tutarlardı. Bütün bunları sırf Allah’ın (cc) rızasına kavuşmak için îfâ ederlerdi. Zaman zaman O’na sorular sorar dinlerini öğrenmeye çalışırlar, bazen da, O’ndan nasihat isterlerdi.
Her birisi bir rehberdi. Çünkü Kur’an onlar hayattayken iniyordu Allah’ın elçisine.
Onlar gerçek elçiden alıyorlardı Kur’an düsturlarını. O uyguluyor ve izah ediyordu onlara.
Güzel ahlâkı, edebi, hayâyı O’ndan alıyorlardı. Zira o, “en yüksek ahlâk” sahibiydi.
O’nun Sünnetini bizzat kendisinden öğreniyorlardı…
Ne acıdır ki şimdi bazı akıllılar (!), tenkit etmeye çalışıyor onları…
Onlar mı yoksa siz misiniz vahyin kontrolünde yaşayan insanlar?
Ne acı değil mi?
Rabbimiz ayaklarımızı kaydırmasın, kalplerimizi eğriltmesin!
Kur’an onların vasıtasıyla geldi bizler…
Sünnet’te öyle…
“Sarıldığımız zaman sapıtmayacağımız iki şey!”
***
Evet, durum böyle iken hangisinden almayız ki biz bu hakikatleri?
İşte onlardan birisi.
Ebû Zerr-i Gıfârî (ra).
O soruyor, Allah Rasûlü cevap buyuruyor.
Haydi, beraberce dinleyelim.
Ebû Zerr anlatıyor: “Bir defasında Rasûlullah’a (sav):
-“Ya Rasûlallah! İbrahim Peygamber’e indirilen sayfalarda neden bahsediliyordu?” diye sordum.
-Hepsi birtakım misâllerden ibâretti. Şöyle ki: “Ey kulların başına tebelleş edilen, imtihana çekilmekte olan mağrur padişah! Ben seni, mazlumun yanında yer alasın diye gönderdim. Ben, -kâfir de olsa- hiçbir mazlumun duasını geri çevirmem.
Aklını kullanan akıllı kişinin, Rabbine yalvaracağı saat, nefsini hesaba çekeceği saat, Allah’ın eşsiz san’atı üzerinde düşüneceği saat, yemek ve içmekle meşgul olacağı saat olmak üzere zamanını birkaç parçaya ayırması gerekir. Akıllı kişi yalnız şu üç şey uğrunda yolculuk yapmalıdır: Âhiret için azık hazırlamak, geçimini düzeltmek, haram olmayan şeylerden zevk almak için…
Akıllı kişi zamanının kıymetini bilmeli, durumuna eğilmeli, dilini korumalıdır. Ağzından çıkan sözlerinin amellerinin arasına yazıldığını bilen, lüzumsuz yere konuşmaz.”
-Ya Rasûlallah, dedim. Musâ’nın (as) sayfaları ne idi?
–Hepsi birtakım ibretâmız ifadelerden ibaretti. Şöyle ki: “Kesin olarak ölüme inanan kimsenin sevinmesine şaşarım. Kadere inananın yorulmasına şaşarım. Dünyanın sâkinleriyle birlikte değişikliklere uğradığını görmesine rağmen, ona meyledene şaşarım.
Yarın hesaba çekileceğine inandığı halde ibâdet etmeyene şaşarım.”
Ben:
-Ya Rasûlallah! Bana tavsiyede bulun, dedim.
–Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. Çünkü Allah korkusu her işin başıdır.
-Ya Rasûlallah! Bana daha tavsiyede bulun.
–Sakın çok gülme. Zîra çok gülmek kalbi öldürür, yüzünün nûrunu söndürür.
-Ya Rasûlallah! Bana daha tavsiyede bulun.
–Cihaddan geri kalma. Çünkü cihad ümmetimin ruhbânlığıdır.
-Ya Rasûlallah! Bana daha tavsiyede bulun.
–Çok konuşmamaya çalış! Çünkü bu, şeytanın senden uzaklaşması için bir vesîle, dînini koruman hususunda bir yardımcıdır.
– Ya Rasûlallah! Bana daha tavsiyede bulun.
–Fakirleri sev, onlarla hemdem ol!
-Ya Rasûlallah! Bana daha tavsiyede bulun.
–Senden aşağıdakilere bak, senden üstünlerine bakma. Bu, Allah’ın verdiği nîmetleri küçümsememen için en uygun yoldur.
-Ya Rasûlallah! Bana daha tavsiyede bulun.
–Acı da olsa gerçeği söyle!
-Ya Rasûlallah! Bana daha tavsiyede bulun.
-Bildiğin kusurların seni, halkın eksikliklerini araştırmaktan alıkoysun. Yaptığın bir işi başkaları yaptığında kızma. Kendi noksanlarını görmeyip insanların ayıplarıyla meşgul olman, irtikâb etmekte olduğun bir fiili insanlar yaptığında kendilerine kızman, ayıp olarak sana yeter, dedi ve eliyle göğsüme vurarak:
-Ey Ebû Zerr! Tedbir gibi akıl, yasaklardan sakınmak gibi verâ, güzel ahlâk gibi servet yoktur,” buyurdu. (İbnHıbban, Sahîh; Hâkim, et-Terğîbve’t-Terhîb, 3/473; EbûNuaym, el-Hılye 1/166; İbnAsâkir, el-Kenz 8/201; Kandehlevî, M. Yusuf, Hayâtü’sSahâbe, Divan yay., İstanbul, 1991, 4/205-207.9
***
EBU ZERR’İN MÜSLÜMAN OLUŞU
Ebû Zerr-i Gafarî (ra) gerçekten zahid ve müttakî bir kuldu. İsterseniz O’nun müslüman oluşuna da bir göz atalım. Alacağımız dersler olabilir. O Kâbe’de otuz gün kalmış ve Allah Rasûl’ünü aramıştı. Putlara tapmamış bir insandı. Hadisesini anlatır ve ardından da şöyle devam eder:
Derken Rasûlullah (sav) geldi. Haceru’l-Esved’e istilâmda bulundu, arkadaşlarıyla birlikte Beytullah’ı tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını bitirince, sözün burasında Ebû Zerr der ki: “Rasûlullah’ı (sav) İslâm selâmı ile ilk selâmlayan ben oldum.
“Esselâmüaleyke yâ Rasûlullah! (Ey Allah’ın Rasûlü! Selâm üzerine olsun!)” dedim. Bana:
“Ve aleyke ve Rahmetullah! (Selâm senin üzerine olsun, Allah’ın rahmeti de!)” diye mukabale etti. Sonra:
“Sen kimlerdensin?” diye sordu.
“Gıfâr’danım!” dedi. Bunun üzerine eliyle eğilerek parmaklarımı alnına koydu. İçimden: “Galiba kendimi Gıfâr’a nispet etmemden hoşlanmadı” dedim. Elinden tutmak üzere ilerledim. Fakat arkadaşı bana mâni oldu. Onu benden iyi biliyordu. Sonra başını kaldırıp sordu:
“Buraya ne zaman geldin?”
“Otuz gündür buradayım!” dedim.
“Sana kim yiyecek verdi?” dedi.
“Zemzem suyundan başka bir yiyeceğim olmadı. Şişmanladım bile. Öyle ki karnımın kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi de duymadım!” dedim.
“Zemzem suyu mübarektir. O hakîkaten besleyici bir gıdadır!” buyurdu. Hz. Ebûbekir (ra):
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bana müsaade et, bu geceki yiyeceğini ben ikram edeyim!” dedi. Rasûlullah (sav) ve Ebûbekir (ra) gittiler, onlarla ben de gittim.
Ebûbekir bir kapı açtı. Taif kuru üzümünden benim için avuç avuç çıkarmaya başladı. Bu, Mekke’de yediğim ilk yemekti. Orada kaldığım kadar kaldım. Sonra Rasûlullah’a (sav) geldim. Bana dedi ki:
“Ben hurmalıklı bir yere sevk edileceğim. Burasının Yesrib olduğu kanaatindeyim. Sen kavmine benden haber götür. Umarım, sayende Allah onları hayırla menfaatlendirecek ve onlar sebebiyle de sana sevap verecek.”
“Bundan sonra ben kardeşim Üneys’e geldim. Bana:
“Ne yaptın?” diye sordu. Ben:
“Müslüman oldum ve (Muhammed’in hak bir peygamber olduğunu) tasdik ettim” dedim.
“Ben senin dînine karşı değilim. Ben de Müslüman oldum ve tasdik ettim” dedi. Sonra kalkıp annemize geldik. Durumu anlattık. O da bize:
“Ben sizin dîninize karşı değilim. Ben de Müslüman oldum ve tasdik ettim!” dedi. Sonra kalkıp hayvanlarımıza binip kavmimiz Gıfâr’a geldik. Rasûlullah’ın (sav) mesajını getirdik. İlk anda yarısı Müslüman oldu. Eymâ İbnu Rahza el-Gıfârî Müslüman olanların imamlığını yürütüyordu. Bu onların efendisi idi. Diğer Müslüman olmayan yarısı:
“Rasûlullah (sav) Medîne’ye gelince Müslüman oluruz!” dediler. Derken Rasûlullah (sav) Medîne’ye geldi. O geri kalan yarı da Müslüman oldu. Bir müddet sonra Eslem kabilesi de gelerek:
“Ey Allah’ın Rasûlü! (Gıfârlılar) bizim kardeşlerimizdir. Onların Müslüman oldukları şey üzere biz de Müslüman oluyoruz!” dediler ve onlar da Müslüman oldular. Rasûlullah (sav):
“Gıfâr’a Allah mağfiretini bol kılsın! Eslem’i de Allah selâmete kavuştursun!” diyerek, o iki kabîleden memnuniyetini ifade buyurdular.” (Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 132)