Özgürlük, paha biçilemeyecek kadar kıymetli bir hazine.

Kıymetli çünkü kolay kazanılmıyor.

Kolay kazanılmadığı için de, paylaşılamıyor.

Masanın ortasında duran elmas misali, herkesin eli-gözü onun üzerinde.

Peki, bugün medya yoluyla zihinsel özgürlüğümüzü kaybetmek üzereyiz.

Farkında mıyız?

Bunları irdeleyelim istiyorum.

Bana göre özgürlük kavramı, halkın bilinçaltında dezenformasyona uğratılmış durumda.

Özgürleşmeyi fikirsel alanda değil de, daha çok dış görünüş ekseninde bir hareketmiş gibi algılıyoruz artık.

Hâlbuki asıl özgürleşme beyinlerde, analitik düşünebilen, geniş perspektifle bakabilen ve devamlı okuyan, aydınlanan beyinlerde başlar, mini etekte, badi kıyafette değil!

İşte, bunu göz ardı ediyoruz.

Zaten ne halt işleniyorsa hep, ÖZGÜRLÜK çatısı altında işlenmiyor mu?

Zina ediyor “özgürüz sanane”,

Soyunuyor “özgürüm sanane”,

Af edersiniz, jigololuk/eskortluk yapıyor “özgürlük var sanane”…

Bu tip özgürlükler sonra topluma taciz, tecavüz ve sapkınlık olarak geri dönüyor, kimse de sesini çıkarmıyor!

Yahu, bunun bir ayarı yok mu?

Önceki gün, Hadise’nin “Sıfır Tolerans” klibini yayınlayan kanallara, “çocuk ve gençlerin ahlaki gelişimini olumsuz etkiliyor” gerekçesiyle RTÜK tarafından, reklam gelirlerinin yüzde ikisi kadar ceza kesildi.

Bana göre yüzde iki, komik bir rakam!

Belki abartılı gelecek ama…

Klip kanallarını tümden kapamak lazım…

Bunun özgürlükle alakası yok, aksine kültür emperyalizmine karşı bir duruştur.

Hadise’nin klibinin yanı sıra televizyonlarda sere serpe, fütursuzca sergilenen bir takım programlar da toplumun ahlâk bilincini yerle bir ediyor, toplumdan tık yok!

“Aşkım beni başkasıyla hayal et” diyebiliyor kocasına, bayanın bir tanesi yarışma programında.

Şimdi bu, özgürlük mü?

Hiç kimse de demiyor ki, “yahu bu nedir, kaldırın şu programı!”

Afyonlanmış gibi.

Zaten şöyle adamakıllı kaç yapıt var ülkemizde, Allah rızası için?

Elimizde bir Diriliş Ertuğrul, bir Payitaht Abdülhamid’den başka doğru düzgün, neyimiz var?

Hangi özel kanalı açıyorsam ya bir zina, ya katil avcılığı, ya da kavga…

Olmadı, sinir krizi sahneleri.

(Geçenlerde Zaytung, fena dalga geçmişti bu sahnelerle ilgili gerçi).

Sonra, haber ajanslarına düşen dayakçı koca, taciz/tecavüz haberleri…

Milyonlarca dolar para harcanıyor şu dizi sektörüne.

Bir bilim adamının, başarılı bir girişimcinin, sanatkârın hayatı anlatılıyor mu hiç birinde?

Ve topluma öncü olmuş, yol göstermiş, elini taşın altına sokup da -gerçek manada-özgürleşmesine katkıda bulunmuş kaç değerli şahsiyetimizin hayatını çektiler şimdiye kadar?

Bir, Cemil Meriç’in dizi/sinema filmi neden çekilmiyor mesela?

Özgürlükse, asıl özgürlüğün filmi bu olur bence.

Veyahut şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun ya da efsane emniyet müdürümüz Gaffar Okkan’ın hayatını işlemek, bu kadar mı zor?

Peki, ya Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar?

O’nu çekin bari!

Yoksa prim mi yaptırmıyor bu tip eserler?

Doğru ya halk, farazi işleri seviyor.

Magazin, dedikodu, evlendirme programları…

Öyle insanlığa faydalı, kültür dolu, kaliteli çalışmalar bizi açmıyor pek.

Sizler de haklısınız, sevgili yapımcılar.

Ne diyelim.

Hadi, televizyon sektöründen ümidimiz yok diyelim.

Fazıl Say, Genco Erkal’la beraber dev bir orkestra eşliğinde, “Nazım Hikmet Oratoryosu” isimli bir konser turnesi düzenlemişti.

Hani bizim “Necip Fazıl” oratoryomuz?