Kremlin, şayet Rusya’ya yönelik bir varoluşsal tehdit olursa nükleer silahları kullanabileceğini açıkladı. Dünyada en fazla nükleer başlığa sahip olan ülkenin Rusya olması bu açıklamanın önemsenmesini ayrıca zorunlu kılıyor.   

Amerikalılar buna karşılık şimdilik nükleer düzeyde stratejik caydırıcılık olarak bir değişiklik ihtiyacının olmadığını, fakat bu söylem düzeyinin de tehlike içerdiğini belirtmekle yetindiler.     

Dünya, nükleer silahları ilk olarak İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikalıların Japonya’ya yapmış olduğu saldırılarla tanımış oldu. Çok büyük yıkımların meydana geldiği, hatta günümüzde doğan bebeklerde bile etkilerinin devam etiği bu saldırılar insanlık için bir utanç olarak tarihte yerini aldı.  

O tarihten bugüne birçok ülke nükleer silah geliştirdi, çöl ve denizlerde tatbikatlarla silahların kapasitesini test etti. Sonraki yıllarda nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik anlaşmalar yapılsa da güvenlik sorunlarının her geçen gün arttığı ortamda bu tedbirler pek bir fayda sağlamadı. Silahlanma devam etti.   

Özellikle Batı bloku karşısında kendisini tehdit altında hisseden Rusya ve Kuzey Kore gibi ülkeler nükleer silahları bir garantör olarak gördü.

Nükleer silahların bir caydırıcılık ve güç dengesine neden olacağı teorileri Soğuk Savaş üzerinden çokça işlenmişti,  fakat bugünkü küresel ortamın karmaşık yapısı bu görüşü de tartışılır hale getirdi. Çünkü günümüzde açık veya gizli şekilde birçok ülke nükleer silah geliştirmiş oldu. 

1962 Küba Füzeler Krizi dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getirmişti. Yine 1973 Yom Kippur Savaşı İsrail’in elindeki muhtemel nükleer silahları kullanabileceğini göstermişti.  

Ukrayna işgalinden dolayı bugün Rusya’ya yapılan ambargolar tüm Rus halkını, hatta Rus kurmaylarının ailelerini, oligarkların çocuklarını bile zora sokup şartları dayanılamaz hale getiriyor. Savaş bir ateşkesle kontrol altına alınıp Rusya’ya girmiş olduğu bu girdaptan bir çıkış yolu bulunamazsa nükleer tehdidin büyüklüğü daha da artacağa benziyor.  

İki tarafa da konumlandırdığı pozisyonuyla yakın olan Türkiye, çabalarıyla burada bir fırsat sunabilir. Güçlü arabulucu vasfıyla Türkiye taraflara güç kullanmadan etki edebilmeli, pozisyonlarını değiştirmeye zorlayarak Rusya ve Ukrayna’ya taviz verdirmeyi başarabilmeli.   

Geçtiğimiz hafta yapılan NATO zirvesi sonrasında Rusya’nın derhal savaşı durdurması deklare edildi. Kimyasal silahların kullanılması ihtimaline karşı NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in ‘bunun çatışmanın doğasını tamamen değiştirebileceğini’ söylemesi savaşın boyutu açısından bir uyarı niteliği taşıyordu.

Gelinen noktada Ukrayna Savaşı’nda binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca insan yurtlarından ayrılmak zorunda kaldı, şehirler harap oldu. Bu sonuç, diplomasi ve iletişimin önemini herkese tekrardan hatırlattı.   

Tarihte Küba Füzeler Krizi sonrasında dönemin koşullarında doğrudan iletişim hattı olan kırmızı telefonun kurulması diyaloğun krizlerde ne kadar önemli olduğunu göstermişti. Bugün de özellikle ABD ve Rusya büyükelçilik faaliyetlerinin her şeye rağmen aktif sürdürülüyor olması bir nükleer saldırıya karşı önemli bir emniyet supabı vazifesi görmektedir.