Meclis’te son dönemde bürokratların ilginç taleplerine tanık oluyorum. Milletvekillerine bürokratlardan özellikle yükselme talepleri dikkat çekiyor.

Dün tanık olduğum bir konu beni öyle şaşırttı ki, ‘Biz bu hale nasıl geldik’ demekten kendimi alamadım. Bir milletvekilini ziyaret eden bir ilin Müftü Yardımcısı’nın talebi idi beni şaşırtan. Müftü yardımcımız milletvekilinden müftü olması için talepte bulunuyordu. Bu talebini birçok milletvekiline de ilettiğini, bunun için harcadığı cabaları da anlatıyordu.

Gazeteci refleksi ile dayanamadım ve sordum, ‘Hocam neden Müftü olmak istiyorsunuz?’ O’da, projeleri olduğunu ve daha çok hizmet etmek istediğini söyledi. Müftü yardımcılığında bu projelerini yürütmesinin mümkün olmadığını anlattı. Ben hocamızı yormak istemedim. Ancak, şunu da söyledim. ‘Hocam, bizler inançlı insanlarız. Nasip edene bakar, O’nun rızası için çabalarız. Makam için defalarca Ankara’ya gelip, bu kadar milletvekillerini referans yapmak yerine, gece namazında, secdede talebini her şeyin hakimi ve sahibi olan Allah’a iletsen olmaz mı?’ ‘Evet ama sebeplere sarılıyoruz’ dedi. Allah (cc) dilerse sebepleri de ayağına getirmez mi?’ dedim. Sustu. Başka bir şey demedim. Sadece üzüldüm. Peki Biz bu hale nasıl geldik? İnsanın insana işini halletmesi için yalvardığı kadar Allah’a yalvarsa neler kazanır acaba?

Peygamber (sav) Efendimiz, insandaki makam, mevki düşkünlüğünün ne kadar helâk edici olduğunu şöyle buyurdu:

“Mala ve mevkie düşkün bir adamın dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür.” (Tirmizî, Zühd, 43)

Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin ve şöhretli bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin, fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen şartı ile…  Yoksa bütün hakkını kaybedersin” der.

Pahom, güneşin doğuşuyla beraber başlar hızlıca yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Dönüşe geçer, koşar, koşar, ama kesilir takati. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis, Pahom’un mezarının başında durur ve şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Hep daha fazlası olsun istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…

Huzurla sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.

Selam ve dua ile…