Ramazan ayında Çin yönetiminin Müslümanlara yönelik ağır suçlar işlemesi üzerine Türkiye’de ve daha bir çok ülkede yapılan halk gösterileri önemli bir mesaj vermişti: Müslüman halklar kalplerinde ümmetin derdini taşıyor ve düzenledikleri gösteriler sayesinde kendi yönetimlerine ümmetin sorunlarıyla yakından ilgilenme misyonu yüklüyor. Müslüman toplumlar, Çin’den Miyanmar’a, oradan Orta Afrika’ya kadar kanları dökülen tüm Müslümanların; Rohingyalılara, daha önce Bosna-Hersek Müslümanlarına uygulanan katliamların haklarını arama sorumluluğunu, kendi devletlerini yönetenlerin boynuna yüklüyor.
Günümüzde Müslümanlar aleyhine ortaya çıkan her durum, etkin bir İslami gücün ve uluslararası diplomaside etkin siyasi bir yapının bulunmayışından kaynaklanıyor. Müslüman ülkelerde dengesiz güç kullanan politik ve ekonomik teşkilatlar, sömürgeci devlet mantalitesiyle toplumlar üzerinde hegemonya kuruyorlar.
Malezya’dan Endonezya’ya kadar Doğu Asya’nın tamamında siyasetin sesi, önceden olduğu gibi kısık durumda. Nitekim yakın geçmişte Tayland’da Patani Müslümanlarına, Kamboçya’da Kızıl Kmerler’in Çam Müslümanlarına karşı işlediği ağır suçlar karşısında da Doğu Asya’da Müslüman ülkelerin sesi neredeyse hiç çıkmamıştı.
O vakitler Doğu Asya İslam ülkelerinde yaşanan iç parçalanmalar ve hükümetlerle muhalefetler arasında yaşanan sert çatışmalar, ülkelerin ve siyaset kurumunun zayıflamasına yol açmış, böylece komşu ülkelerde işlenen cinayetler esnasında Müslümanlara yardım etme kudretini kendilerinde bulamamışlardı. Bu durum maalesef bugün de çok farklı değil.
Tam olarak söylemek istediğim şudur: Türkiye’de muhtelif dahili gruplara büyük sorumluluklar düşmektedir. Burada İslamcı medyaya göz atan birisi, dünya Müslümanlarına yardım etme ve onların sorumluluklarını üstlenme konusunda ne kadar büyük bir rağbet ve ne kadar derin kaygılar duyulduğunu rahatlıkla görebilir. Bu tespit şu anlama geliyor: Dünyanın farklı bölgelerindeki birçok İslamcının da ifade ettiği üzere odak noktası Türkiye’dir.
Burada, Türkiye’de İslamcıların iki kesime ayrıldığını ve bazı konularda ihtilafa düştüklerini müşahede ediyoruz. Devlet yönetimini bir süredir tek başına üstlenen AK Parti’nin ortaya koyduğu kazanımları muhafaza etmek, İslamcı gruplar ve partiler gibi diğerlerinin de ortak talebi ve beklentisidir. Çünkü, devletler bağımsız bir ekonomik yapı oluşturmada başarılı olurlarsa bunun üzerine güçlü bir siyasi yapı kurmaya da muvaffak olurlar. Böylece hem kendilerini hem de baskı altındaki halkları korumaya muktedir olabilirler. Gel gör ki, bazen şahsi menfaatler ve enaniyet toplumun ve ümmetin önüne geçebiliyor, insanlar bazen kendilerinden başkasını göremez oluyor.
Son seçimde bu enaniyetin en büyük örneklerinden birinin ortaya çıkışını hep birlikte görmüş olduk. Bazı siyasi güçlerin, sırf şahsi kinlerinden dolayı AK Parti’yi zayıf düşürmekten başka bir amaç gütmediklerine şahit olduk. Yine bazı İslamcıların Batılı istihbarat organlarının telkinlerine kulak vermekten başka bir iş yapmadığını gördük. Keza, bazı güçlerin seçime sadece üç beş sandalye kapmak için girdiğini gördük. Çünkü onlar için kendi partilerinin ismi, devletin geleceğinden çok daha önemliydi.
Sonuç olarak, Müslüman Uygurlara destek olmak maksadıyla düzenlenen gösterilerde başı çekerek dünyaya çağrılar yapan İslamcı şahsiyetlerden ve gruplardan talebimiz; bu sözlü çağrılarla yetinmemeleri, bilakis enaniyetlerini yenerek siyasi erkin arkasında durmaları, Türkiye’yi zayıflatmaya değil, aksine güçlendirmeye çalışmalarıdır. Bunu başarabilirsek o zaman hep birlikte yekpare, güçlü, etkin bir devletin sesini yükseltme imkânını elde etmiş oluruz.
İslamcı güçler ve gruplar, çabalarını birleştirmek için ne zaman kapsamlı bir kongre toplamayı düşünüyor acaba? Bunu en azından günbegün bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkiye’yi korumak adına yapmalıdırlar.
Ey Türkiyeliler! Siz öncelikle bu kıymetli ülkenizi koruyun. Bunu yaparsanız hem Türkiye hem de diğer İslam âlemi halkları esenlik içinde olacaktır…
Çeviri: Fethi Güngör