Münhasır ekonomik bölge (MEB), bir kıyı devletinin karasuları ile açık deniz arasında kalan ve kıyıdaş devlete bu alanlarda ekonomik hak ve yetkiler tanıyan deniz sahalarına verilen isimdir. Bu bölge, kapalı veya yarı-kapalı deniz statüsünde olmayan denizlerde, karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 mile kadar uzanmaktadır. Kıyıdaş devlet, MEB olarak ilan ettiği deniz alanlarının yüzeyinde, içerisinde, deniz yatağında ve de deniz yatağı altındaki kısımlarda, canlı ve canlı olmayan tüm kaynaklardan ekonomik menfaat elde etme hakkına sahiptir. Örneğin, balıkçılık tesisi kurabilir veyahut petrol veya doğalgaz araması yapabilir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika kıtasında gündeme gelen bu kavramın, 1960’lı yıllardan itibaren Latin Amerika ülkelerinde uygulamaya koyulduğu görülür. Bu gelişmelerin ardından, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) kapsamına alınmıştır. Dikkat edilecek olursa, MEB’in doğduğu yer okyanuslardır. Yani geniş deniz alanlarıdır. Bu nedenle kıyıdaş devletlere 200 millik uzun bir deniz sahasında egemenlik tesis etme yetkisi tanınmıştır. Ancak bu ölçeği her deniz alanında uygulamak mümkün değildir. Örneğin bu uzunluk Doğu Akdeniz’de uygulanamaz. Çünkü kıyıdaş devletlere 200 millik bir deniz sahası bırakılabilecek ölçüde denizalanı yoktur. İşte bu yüzden Doğu Akdeniz yarı-kapalı deniz statüsündedir.
Kıyıdaş bir ülkenin MEB’den istifade edebilmesi için ilgili bölgenin sınırlarına ilişkin haritaların ve coğrafi koordinat listelerinin uygun vasıtalarla yayınlanması ve BM’ye sunulması mecburidir. Bir başka ifadeyle, MEB üzerindeki hakların kullanılması için bunun ilk önce hukuki yollardan ilan edilmesi gerekiyor. Bu, birinci yoldur ve genelde geniş deniz alanlarında uygulanır.
Sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında MEB sınırlandırılması, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla uluslararası hukuka uygun bir anlaşmayla yapılabilir. Burada ilan esası işlemez. Fakat anlaşmaların hakkaniyet kurallarını göz önünde bulundurması ve böylece sahildar ülkelerin haklarına halel getirmemesi asli koşuldur. İşlemler bu yönde tesis edildikten sonra üçüncü devletler, kıyı devletinin usulüne uygun bir şekilde yaptığı uluslararası anlaşmaları tanımak ve bunlara riayet etmek zorundadır.
Kıyı devleti, MEB üzerinde ekonomik hakların dışında bazı idari ve kazai hak ve yetkilere de sahiptir. Mesela kıyı devleti bu bölgede tesisler kurabilir, yapay adalar oluşturabilir veya bilimsel araştırmalar yapabilir. Hatta kıyı devleti, bu tesislerin etrafına 500 metreyle sınırlı olmak üzere güvenlik alanları inşa edebilir. Ancak her ne yapılırsa yapılsın hiçbir tesisin, diğer devletlerin bu sulardaki seyrüsefer haklarını, hava sahasındaki uçuşlarını ve deniz tabanına kablo ve boru döşeme haklarını engellememesi gerekiyor. Ancak deniz tabanına kablo ve boru döşeme konusunda üçüncü devletler ve uyruklarındaki gerçek ve tüzel kişiler kıyı devletinin bu alandaki yetkilerini kullanmasına engel bir durum yaratmamalıdır.
Görüldüğü üzere, bir devletin ilan ettiği MEB üzerinde mutlak bir egemenlik hakkı söz konusu değildir. Bu devlet yukarıda bahsedildiği üzere hem kıyıdaş ülkelere hem de kıyıdaş olmayan ülkelere deniz hukukunda belirtilen hakları tanımak yükümlülüğündedir. Dolayısıyla kıyıdaş ülkeler arasında işbirliği yoluna başvurmak her zaman en sağlıklı çözüm tercihi olacaktır.