“Hikmet mü’minin yitiğidir ve onu nerede bulursa almalıdır” Hz. Muhammed(s.a.v.)

İsmet Özel’in, “Neyi Kaybettiğini Hatırla” isimli kitabındaki deve hikayesişu cümlelerle sona erer:

“…Herkes kendi kaybettiğini kendi arasın. Bu arayışta diğerleri sadece arayanın neyi kaybettiğini hatırlatabilirler. Bunu nimet bilmeli. Senin noksanını tasvir edenler, senden birşey gasbetmiş olmaz. Neyi kaybettiysen onu sen kendin ara.”

Her ne kadar klişe olsa da hayatın aramaktan ibaret bir macera/mavera olduğu doğrudur. Aramadığımız zaman bile aradığımız bir macera. Bu macerada insanın neyi arayacağı neyi kaybettiğiyle doğru orantılıdır. Hikayenin de belirttiği gibi her insanın arayışı nev-i şahsına münhasırdır.

Bu arayış, bizim hakikatle kurduğumuz ilişkinin ürünüdür. Bin bir yüzü olan hakikatle nasıl bir ilişki kurduysak arayışımız da o yönde olacaktır. Hakikatle bilgi üzerinden ilişki kurduysanız, arayışınız o yönde, aşk üzerinden kurduysanız o yönde, şan ya da şöhret üzerinden kurduğuysanız arayışınız/yolculuğunuz o yönde olacaktır. Esas olan yolculuktur burada. Yolun sonuna varmaksa hep başka bahara. Çünkü söz konusu hakikatse menziller vardır sadece, gidilecek bir yer, varılacak bir hedef yoktur.

Bu arayışta kaybedilen öyle bir şey var ki, her yolun yolcusunun menzilidir. Her yolcu onunla vezinlidir. Doğduğu andan musalla taşına varana kadar onunla iç içedir. Bilmez belki, çoklukla da anlamaz ama muhataptır ona. Bir gizdir bazen, bazen apaçık bir ayet. İçtiği sudan giydiği elbiseye, başını soktuğu evden alnının secdeye vardığı camiye her yerde onunladır. Ve hep onu aramaktadır. Paranın peşindeyken de onu aramaktadır. Bilginin peşindeyken de. Çünkü para da onun için vardır aslında, bilgi de. Felsefe ya da edebiyat. Hepsi ona varmak içindir. Hepsi ona ulaşmak için bir dildir.

Bugün bunu kaybettik. Bugün her günden daha çok kaybettik. Belki de yarın, bugünden daha çok kaybedeceğiz.

İşbu en çok kaybettiğimiz şey; sanattır. İnsandaki bitimsiz güzellik duygusudur/dürtüsüdür. Olduğunda su gibi içtiği, olmadığında nefesinin kesildiği şeydir. İhtiyaçlar hiyerarşisinin tepesinde yer alan, ekmek kadar kutsal, yemek kadar leziz bir gıdadır.

Abarttığımı düşünecek ve “Hayatında sanat olmadan yaşayan insanları nereye koyacağız?” diyenler olacak elbette(Merak etmeyin, yukarıdaki cümleleri sizi de düşünerek yazdım J)

Eğer yaşamak, nefes alıp vermekten daha fazlası değilse, evet haklısınız, abartıyorum. Ama ya daha fazlasıysa? Ya yaşamak, sevdiği kadından ayrılan adamın,“Umarım hayatınız boyunca yaşarsınız” derken kastettiği gibi nefes almaktan daha fazlasıysa?

İnsanın hikayesine bakarsak bu sorunun cevabı ortada. Sadece “Tac Mahal” cevap olarak yeter bu soruya. Sevdiği kadına olan aşkını “ölümsüzleştirmek” için mimaride “sonsuzluğa” uzanan Tac Mahal’i bina ettiren Şah Cihan’ın hayata yüklediği anlamın, nefes almaktan fazlası oluşu cevap olarak yeter(Daha nice örnekler verilir ama gerek yok. Anlayana “Tac Mahal”kafi.)

Hayatı nefes almaktan daha fazlasına kalbetmek için Tac Mahal’i yaptırma imkanı olmayanlar ne yapsın dediğinizi duyar gibiyim. Ya da fakirler ölsün o zaman dediğinizi.

Ölmesinler efendiler, ölmesinler. Yaşasınlar. Yaşıyorlar da zaten. Hem de güzellik içre. Hem de sanatla iç içe. Yoksa nefes alamazlar. Yoksa yaşayamazlar. Nasıl yaşayacaklar ki? Güzellik olmadan nasıl dayanacaklar hayata? Nasıl yüklenecekler dünya denilen yükü? Güzel bir yüzden ya da güzel bir an’dan, ahlaktan, güzel bir çiçek ya da havadan yoksun nasıl yaşayacaklar? Yaşıyorlarsa görüyorlar. Yaşıyorlarsa biliyorlar.Yoksa bile ümit ediyorlar. Güzelliğin peşinde ümitle seyrediyorlar. Kimisi güzel bir ayakkabının, kimisi güzel bir kadının, kimisi güzel bir tablonun, güzel bir evin, arabanın, güzel adamlığın, güzel bir namazın, güzel bir Ramazan’ın peşinde ümitle kavuşmayı bekliyorlar. Yoksa nasıl tahammül edilirdi bu hayata? Güzel bir direniş, güzel bir ölüm, güzel bir hayat olmasaydı hedef, nasıl yürürdü akrep yelkovana.

Herkes kendi çapında, kendi meşrebince güzelliği, sanatı arar bu yüzden. Çünkü kaybetmiştir onu. Cenneti yitirdiğinde onu da yitirmiştir. Yitik bir cennettir onun için sanat. Ve aramaktadır yitiğini. Gittiği her yerde aramaktadır. Aslında insanın macerası, İlhami Atalay’ın deyişiyle “Her yerde ve her şeyde en güzeli aramaktır”. Bunun için sanat yapar insan. En güzele ulaşma arzusuyla peşi sıra(en güzelin) sürülen ömürdür sanat. Bir an, ya da mekan değildir. Varoluşu ifade eden ve tamamlanan hayattır. Kendini bilmeye başladığı andan kendini kaybetmeye bütün zamanları içine alan bir oluştur sanat. “Bir” oluştur sanat. Maddeyle bir oluş. Manayla bir oluş. Maddenin ötesindeki alemlerle bir oluş. Çünkü insan -her insan bir sanatkârdır- içinyetmez bu çamur beden. Çamuru aşmak ister. Aşmak ve kavuşmak. Acı çekmesi bu yüzdendir. Acıyı üretime kalbetmesi bu yüzden.

Yitirmiş olmak, yitmiş olmaya dönüşmesin diye sanat yapar insan. Yapamayanlar yine aynı sebeple sanata meyleder. Zevk alır. Meftun olur. Destek olur. Sonsuz güzelliğin peşinde koşmanın ne olduğunu bilmese de, koşanın peşinde koşar. Nasibince koşar. Yetinmez çünkü hayatla. Kendine sunulan kısır döngüyü yarmak, oradan çıkmak ister. Bu dünyaya ait olmayan içtepisiyle kendinden geçmek ister.

Hepsi cenneti yitirmekle ilgilidir. Hepsi hikmeti yitirmekle ilgilidir. Hepsi sanatı yitirmekle ilgilidir.

Yitirilen hikmet tümüyle sanat mı peki? Hayır! Sanat hikmetin bir parçası. Ama kalın bir parçası. Bugün en yoksunu olduğumuz parçası. Nerelerden nerelere geldiğimizi düşünürseniz anlarsınız meramımı. Yaklaşık 500 yıl sonra Sinan’ın yaptığını yapmayı bırakın, Sinan gibi yapmayı bile beceremediğimiz bir dünyada anlasınız meramımı. Fuzuli gibi söylemeyi bırakın, Fuzuli’yi anlamadığınız bir dünyada anlarsınız meramımı. Mevlana’ya ya da Yunus’a hiç girmiyorum bile. Eğer bugün, bu kadar ayrıksı otlar gibi uzaksak birbirimizden, hatta düşmansak kardeşçesinesanatsızlıktandır. Müziğimizi, mimarimizi, tezyinatımızı, hattı(ve hududumuzu) kaybetmişliğimizdendir.

Neden? Çünkü bizi birleştirecek onlar. Bizi bir yapan, farklılıklarımıza rağmen bizi aynileştiren onlar. İsfahan Mescid-i Cuma’sında gördüğüm Çinilerle Bursa Yeşil Cami’nin çinileri kardeş de ondan. Diyar-ı Bekir Ulu Camii’nin planıyla Şam Ümeyye’nin planı kardeş de ondan. Tac Mahal, Sinan’ın mirasıdır da ondan. Ayasofya’yla Selimiye sarmaş dolaş da ondan.

Sanat öyle bir güç ki, kültür, medeniyet, din, coğrafya fark etmeksizin birleştiriyor insanları. Mona Lisa’nın gücü burada. Ya da Sultanahmet bu yüzden Blue Mosque. Guernica bu yüzden Picasso’dan fazlası. Divriği Ulu Camii bu yüzden “Dünya Mirası”. El-Hamra bu yüzden alemşümul.

Ama dünya yitirdi bunları. Ayakta dursalar da bugün, onları yapan bakışı yitirdi. Eşyayı okuma biçimini yitirdi. Bilgisi olsa da yaşamsal enerjisini yitirdi. Yapamıyorsak bugün her göreni hayrete düşüren eserler, her göreni içine alan ve dünyasına taşıyan eserler yitirdiklerimizden. En büyük yitiğimizden.

Ama bulmalı yitirdiğimizi. Neye mal olursa olsun bulmalı. Bulmalı ve bulduğumuz yerde almalı.

Baki selamlar!