Muharrem ayı yani ‘Hicrî’ ayların ilki.

Bugün ise 4 Muharrem…

1437 yıldan beridir hicret edip durur inanan insanlar.

Ama hayatı bilmem kaç küsur senelik bir zaman diliminden ibaret sananlar, zaman olgusunun, tüm benliklerini kıskıvrak sararak kendilerini teslim aldığını itiraf etmiş olurlar bir anlamda.

Kelimeler aracılığı ile söze dökülmemiş bu itiraf, zannın sahih bilgiden yoksun kalması durumunda nasıl bir yanılgıyla malul olduğunu göstermesi açısından mühim bir delildir.  

Eğer yaşanılan anları anlamlı kılacak bir değerler sistemi yoksa hiç kimse unutmasın ki, otlar da hayvanlar da yaşayıp gitmektedirler.

İslâm medeniyet kavrayışında zaman, her daim ibadetlerin vakti olarak algılana gelmiştir.

Saatler zamana değil, namaza ve sair ibadetlere kurulur.

Zamanı yaşanılır kılan ta’budi fiillere yani… 

Akşam ezanı her zaman tam 12’de okunur.

Gün, o vakitte döner, hayat o vakitte yeniden ayarlanır.

Gündüzlerin kısalması ya da uzaması akrep ve yelkovanın inisiyatifinde değil, ezanın belirlemesiyle anlamını bulur.

Ezandır belirleyici olan zira…

Tıpkı oruç ayının, hacc ayının belirleyiciliği gibi.

Ne yazık ki, şimdi bunları ancak ‘di’li geçmiş zaman kipi kullanarak söyleyebiliyoruz.

Evet, artık ibadetler hayatımızı belirlemede bir faktör olarak rol almıyor…

Şimdilerde borsaların, bankaların, dükkanların, çarşının-pazarın açılış ve kapanış saatleri tanzim ediyor hayatı, hatta sadece tanzim etmekle kalmayıp adeta hükmediyor!…

Oysa eskiden, hayatın tamamındaki anları, yukarıda ifade olunduğu veçhile, ibadetlerin vakitleri olarak telakki etmiş kimseler, her ayda farklı bir zikri öne çıkarır ve o ayın bereketinden azami derecede müstefit olmayı gözetirlerdi.

Aylarla ve günlerle olan bu yakın temas, hiç şüphesiz ki, kişinin Rabbi ile olan ilişkisini ‘an’ denilen sahici hayata sabitlemesini ve bu mübarek irtibatı her daim canlı tutmasını sağlayacaktır tabii olarak!..

Yaşanılan hayata İslâm değerler sisteminin hükmettiği eski zamanlarda, Muharrem ayının girmesiyle birlikte evlerde büyük bir teheyyüçle aşure hazırlıkları yapılır, konu komşu adeta sıra gözeterek birbirleri ile ikram yarışına girerlerdi.

Tekke ve dergâhlarda aşure kazanları kaynar, ‘hu hu’lar eşliğinde bu yarış, adeta bir ibadet formuna bürünürdü.

İslâm anlayışının öngördüğü uhuvvet, muhabbet, ihlâs ve muavenet gibi mefhumların diri tutulması maksadının hayat verdiği bir yarıştı bu hiç şüphesiz…

İnanan insanlar, bu ve benzeri gün ve geceleri vesile kılarak birbirlerine ikram ederlerken, esasen bu değerleri ihya ettiklerini gayet iyi biliyorlardı…

Zaten bu günleri anlamlı kılan da bu bilinç değil miydi?

Muharrem ayı, bu ufunetli günlerin hilafına huzur, saadet ve zafer getirsin tüm İslâm âlemine.

Amin.