Moğolistan Türkler’in ata yurdu. Türkler’in devlet olarak ortaya çıktığı bozkırlar. Bilge Kağan’ın, Kültekin Kağan’ın, Bilge Vezir Tonyukuk’un yaşadığı topraklar. Binlerce yıldır bu bozkırlarda yaşayan Kazak, Hoton, Uygur, Tuva Türklerinin çok az değişerek devam eden gelenekleri… Cengiz Han, Kubilay Han… Türkiye’nin iki katı coğrafyada yaşayan 3 milyon insan…

Uçsuz, bucaksız Moğolistan bozkırlarında, ihtiyar dağların arasında, ay ışığında, gece karanlığında bize dair hikâyelerin izinde Türk tarihinin derinliklerine doğru yaptığım yolculuğun hatıralarını tuttuğum günlüklerden size aktaracağım.

30 Ağustos Cumartesi 2014

PEKİN-ULAN BATUR

Bu yıl Uluslararası Pekin Kitap Fuarı’nın onur konuğu Türkiye. Yayıncılarla beraber kitap fuarına katıldık. Türkiye’nin onur konuğu olması nedeniyle sergilerin yanı sıra çeşitli etkinliklerde düzenlendi. Çinliler kültürel faaliyetlere çok önem veriyorlar. Bütün uluslararası kitap fuarlarında en büyük sergi alanlardan bir tanesi Çinlilere ait oluyor. Anlaşılmaz alfabelerine rağmen bütün kültür etkinliklerine çok geniş katılım gösteriyorlar. Pekin kitap fuarına Türk yayıncıları da geniş katılım gösterdiler. Doğu Türkistan sergisi de oldukça büyük ve çok sayı da kitapla temsil ediliyor. Bir gün giderim diye Doğu Türkistan şehirlerini tanıtan gezi kitaplarından satın aldım.

Fuardan arta kalan zamanlarda şehrin tarihi mekânlarını tanımaya çalıştık. Çin Seddi, Yasak Şehir, Tiananmen Meydanı… Özellikle dünyanın en uzun suru olan Çin Seddi’nin Türk korkusuyla yapıldığını bilmek gerek. Türklerin yaklaşık 1000 yıl dünyaya hâkim olduklarının bir delili olarak Çin Seddi bütün ihtişamıyla karşımızda duruyor. Tarihe dair bize ibret sahneleri sunuyor.

Pekin notlarını Kaybolan Şehir Pekin başlığında yazdım. Bu yazı serisinde Pekin’den başlayarak Moğolistan’da gördüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu günün yarısı Pekin’de yarısı Ulan Batur’da geçti.

TİANANMEN MEYDANI

Pekin’de güne erken ve hızlı başladık bu son günde Tiananmen Meydanı ve Yasak Şehri gezeceğiz. Benim uçağım saat 15:10’da. Türkiye ye dönecek arkadaşların uçağı saat 00: 30 da o nedenle benim saat 12: 00 de ekipten ayrılıp havaalanına geçmem gerekiyor. Yasak Şehir gezisinden sonra onlar Yazlık Saray’a ve Budist Tapınağına gidecekler.

Bu tür programlarda acele hareket edilmesini hiç sevmem ancak zaman baskısı yiyince tadında bir program olamayacağını hissettim. Tiananmen Meydanı ana baba günü çok kalabalık. İnsanlar küme küme, gurup gurup meydanı doldurmuş durumda. ‘’Burası dünyanın en büyük meydanı’’ diyor Çinli rehberimiz. Meydanın etrafı tarihi binalarla dolu. Komünist Partisi’nin Merkezi’de burada. Televizyonlarda seyrettiğimiz merkezin içinde yapılan toplantılardan görkemli sahneler zihnime düşüyor. Her şeyin tertip ve düzenli olduğu kocaman salon, çiçeklerle bezenmiş sahnede oturan memleketin önde gelenleri.

Meydanın tam ortasında geleneksel Çin mimarisiyle yapılmış tek katlı binanın duvarında Mao Zedong’un fotoğrafı. Bu bina ve fotoğraf Çin’in ve Pekin’in sembollerinden biri. Aslında sanat ve estetik açıdan çok önemli bir olay değil. Sanıyorum bu görüntünün politik değeri var. Dünyanın en büyük ülkesinde 1949 da yaptığı devrimle bir çığır açan Mao komünistlerin idollerinden bir tanesiydi. 40 yıl Çin’in komünist zihniyeti dünyayı etkisi altında bıraktı. Ülkemizde bu sakat düşünceden nasibini aldı. Çok sayıda gencimiz ya Rus komünistlerinin uğruna ya da Çin ve Arnavutluk uğruna canlarından oldular. Yazık oldu bu sakat düşünce nedeniyle giden canlara. Hala bu düşüncenin peşinde giden ama nitelik değiştiren insanlar var. Hiç kimseden özür dilediklerini duymadım. Bu ve benzeri düşüncelerle meydanda yürümeye devam ediyorum. Rehberimiz büyüklük ve ihtişamdan söz ederken ben bu meydanda komünizme karşı ayaklanan gençleri hatırlıyorum… Yıl 1989, yer Tiananmen Meydanı…

YASAK ŞEHİR

Yasak Şehir Tiananmen Meydanı’nın arkasında ve 11 kapıdan geçerek şehri geziyorsunuz. Her kapının girişinde birbirinin aynısı binalar. Tarih içinde yapılarak tamamlanmış. Tam ortadaki sanıyorum yedinci kapının olduğu yerde kral yaşıyormuş. Önlerinde bahçeleri olan kendilerine merdivenlerle çıkılan sarayların arkalarında yine kendisini tekrar eden benzer yapılar var. Bu saraya halkın girmesi yasakmış. Sarayda hayat debdebeli ve görkemli imiş. Halkın bunu fark etmemesi için her türlü tedbir alınmış. Kaçak girenler kısa süre “krallar” gibi kralın saraylarında yaşarlarmış. Yakalanınca ne olacağını tahmin ediyorsunuzdur.

Katı kuralları olan sarayın adabı daha farklı imiş. Kralın sarayını hiç kimse giremezmiş. Yani burada kral olmak demek yalnızlığa mahkûm olmak demek. Harem selamlık uygulaması da varmış. Bazı bölümlere hiç erkek giremezmiş, tek istisnası doktorlarmış. Kadınlardan doktor olmadığı için doktor olanlar harem bölümüne girer, ancak kadınlara dokunamazmış. İpekten yapılmış ipliklerle geliştirilen tekniklerle muayene yapılırmış. Belki burayı daha iyi anlamak için Son İmparator filmini seyretmekte fayda var. Binaların girişlerinde ikişer tane büyük kazan var. Tehlikeli olur diye bahçelere ağaç dikilmemiş. Tünel kazarak girilmesin diye sarayın altı da farklı teknik ve dehlizlerle teçhiz edilmiş.

PEKİN’E VEDA

Saat 12.00’de ekiple vedalaşıyoruz. Rehberimizde beraber bir taksiye binerek yola çıkıyoruz. Pekin trafiğine güvenmek mümkün değil. Havası gibi trafiği de sıkıntılı. Bir saatlik yoldan sonra havaalanına varıyoruz. Havaalanı sakin ve düzenli, alanı terminallere bölerek yoğunluğu azaltmışlar. Bagajları verip giriş yaptıktan sonra gideceğiniz kapının trenine biniyorum. Tren bir iç hatta daha sonra dış hatta duruyor. Geniş bir alanda uzun bir yürüyüş yaparak kapıya varıyorum. Çin Havayolları ile Pekin’den Ulan Batur’a 2 saat 20 dakika . Zamanında uçağa biniyorum, uçma anonsu yapılıyor ama hareket yok. Epeyce bekledikten sonra kötü hava koşulları nedeniyle beklemede olduğumuz anons ediliyor. İki saat kadar uçakta bekliyoruz. Ben de bu beklemeyi fırsat bilip ünlü Fransız tarihçi Jean Paul Roux’nun yazdığı TÜRKLERIN TARİHİ: Pasifik ten Akdeniz’e 2000 Yıl adlı kitaptan okumaya devam ediyorum. Kitap roman tadında Türklerin hikâyesini bütün detaylarıyla anlatıyor. Şu an anlatılan olayların geçtiği mekânlardayım.

Nihayet 15:10’da havalanacak uçak saat 17:00 sularında hareket ediyor. Yoğun bir sisin içersinde ilerliyoruz. Uçakların sıkıntısı bulut ve sis. Sonra sisli bulutlardan kurtulduk derken bir anons hava şartları nedeniyle türbülanstayız kemerleri bağlayınız. Zaten henüz açmamıştık ki. Küme küme bulutların içerisinden gürültülü bir şekilde ilerliyoruz. Çin sınırlarını geçince hava değişiyor aşağı bakıyorum dümdüz arazi. Herhalde Gobi çölü burası olmalı diye düşünüyorum. Bir müddet sonra alçalma anonsu yapılıyor. Aşağıda yeşil ağaçsız tepeler görüyorum. Hiç yerleşim yeri yok. Moğolistan arazisinin büyük kısmında yerleşim yok demişlerdi. Gerçekten yerleşim yeri yok. Alçalmaya devam ettikçe aşağıda beyaz noktacık şeklinde işaretler fark ediyorum. Biraz daha yaklaşınca bunların çadır olduğunu anlıyorum. Birkaç çadır bir dağın yamacında. Bir başka grup başka bir dağın yamacına konuşlanmış. Çizgi şeklinde yolları görüyorum. Yolda birkaç araba tozu dumana katarak ilerliyor. Sonra Ulan Batur’ a yaklaşıyoruz. Havadan ilk intiba sıradan kimliksiz şehirlerden bir tanesi. Etrafı dağlarla çevrili yüksek bir platoya kurulmuş renkli çatılı dış mahallelerin yanı sıra geriye kalan beton yığınları binalar… Yolcuğumuz yaklaşık 2 buçuk saat sürüyor.

MOĞOLİSTAN’IN BAŞKENTİ ULAN BATUR

Cengiz Han Havaalanı’na rahat bir iniş yapıyoruz. Ortam sakin İstanbul ve Pekin Havalimanı’ndan sonra burası bayağı mütevazı kalıyor. Uçaktan indikten sonra pasaport gişelerine yöneliyorum. Birkaç gişe var iki gişeden birden davet alıyorum. Bayan memurlardan birisinin önünde duruyorum. Memur pasaportumda vize arıyor bulamayınca yanındaki görevliye bir şeyler soruyor. Anladığım kadarıyla ‘Türkler’e vize yok mu’ diye soruyor. Ondan olumlu cevap alınca giriş mührünü basıyor. Bagaj yeri de sakin bir uçak inmiş o da bizim ki. 5 dakika sonra bagajlar geliyor. Bagajı aldıktan sonra kapıda bekleyen rehberimiz Erke ile buluşuyoruz. O da Cumabey adlı bir arkadaşıyla beni karşılamaya gelmiş. Arabaya biniyor şehre doğru ilerliyoruz. İlk intiba havadakinin aynısı. Şehrin önünden geçen Tuul Nehri’nin yanından açılan yeni yola giriyoruz. Erke bu yol dün veya bugün açıldı diyor. Yeni yol nehrin Güney tarafında. Buradan şehir daha net görünüyor. Bina kümeleri arasında iki tane fabrika binası görüyorum. Sonra bunların şehre su veren santraller olduğunu öğreniyorum. Şehir dağla nehir arasına Doğu batı ekseninde sıkışmış vaziyette. Yoğun yapılaşmanın yanı sıra yeni yapılmakta olan çok sayıda binada dikkat çekiyor.

Nehrin güneyinde yeni yolun yanında yeni yerleşim merkezleri oluşmaya başlamış. Yakında buralarda siteler olacak anlaşılan. Cumhurbaşkanının sarayı da bu tarafta.

Yeni yoldan ayrılarak nehrin üzerinden şehre giriyoruz. Trafikte yoğunlaşma oluyor. Erke’ye ‘’bu küçük şehirde bu trafik fazla değil mi?’’diye soruyorum. ‘’Bu sakin halimiz’’diye cevap veriyor. Her gün bir miktar aracın trafiğe çıkarmasına izin veriliyormuş. ‘’Asıl kargaşa Pazartesi günü 1 Eylül de olacak çünkü okullar açılıyor.’’ Yazın köylerine gidenler okullar nedeniyle dönmüş oldu. Trafik kuraları da çok dikkate alınmıyor. Kırmızı da geçenler hızlı bir şekilde birbirini sollayanlar sağlayanlar. Araçların bazılarında direksiyon sağda bazılarında solda. Trafik sağa göre düzenlenmiş. Bir de yaman bir çelişki; dökülen araçlar yanında son derece lüks cipler var yollarda. İyi at binmekle meşhur Moğollar at bulamayınca araba binmeye başlamışlar. Burada bir dengesiz geçiş döneminin yaşandığı kanaati uyanıyor bende. Hep arada kalanların canı çıkar ya bu toplum ve bu şehirde arada kalmış.

Cengiz Han heykelli parlamento binasının önünden geçiyoruz. Binanın önünde genişçe bir meydan var. Parlamento binasının yanında tarihi bina görünümlü pembeye boyanmış tiyatro binası bulunuyor. Sanıyorum bu binalar Sovyet dönemi yapıları çünkü diğer eski komünist ülkelerde benzeri binaları görme imkânım olmuştu.

Kısa bir trafik mücadelesinden sonra otele varıyoruz. Meydana yakın Kore Büyükelçiliği’nin yanında bahçe içinde bir kaç katlı eski bir bina Epos Oteli. Aslında ufak bir bakım yapsalar fena otel değil. Bana ev atmosferini aratmayan köşe bir oda veriyorlar; iki taraflı geniş pencereye sahip ve odaya ferahlık veriyor.

Akşam saati olduğu için yemek yiyelim diye yola çıkıyoruz. Çünkü Çin hava yollarının verdiği ikrama şöyle bir baktım pek yenilecek gibi durmuyor. İçimden neredesin Türk Hava Yolları diye geçti. Rehberimiz Erke’nin hızlı ve kestirme gidişiyle Gobi Mağarası adlı Türk Lokantasına varıyoruz. Kapısında helal etiketi var. Erke bu lokantada yiyebiliriz diyor. İçerisi çok başarılı olmamakla beraber mağara şeklinde dekore edilmiş. Ancak yemeklerinin lezzetine diyecek yok. Gerçekten kaliteli yemekler yedik Gobi Mağarasında! Moğolistan et memleketi söylenene göre 2 buçuk ile üç milyon civarında insan 50 milyon civarında hayvan yaşıyormuş bu ülkede. Nüfusun yarısı başkent Ulan Batur (kızıl Kahraman) da yaşıyor. Geriye kalan bir milyon küsuru de Türkiye’nin iki katı topraklarda hayvancılıkla geçimlerini sağlıyorlar.

Moğolistan bozkırlarında Türkler’e dair izleri sürmeye devam edeceğiz…