İslam dininin dünya ve ahiret hayatına bakışında hassas bir denge vardır. Bir yandan ahiret hayatı için her şeyden feragat edilmesi gerektiği düşüncesi zihinlere nakşedilirken bir yandan da infak ibadetinin önemi üzerinde ısrarla durulmaktadır.

Kazanılan menkul, gayrimenkullerin toplamı, insanın arkadaş çevresini, alışveriş yapacağı merkezleri, yapacağı sosyal aktivitelerin çeşidini ve yöntemini hatta konuşmasını bile etkilemektedir. İnsanoğlu kendisinin ekonomik gücüne göre değerlendirilmesinden çoğu zaman rahatsız olsa da bu döngüden kendisini çekip çıkaramamaktadır.

Ekonomik gelişme, insanların ve toplumların söz söyleme gücünü belirlemektedir. Hayatın planlanmasında güçlü insanların ve devletlerin etkisi yadsınamaz. Sahip olunan mali güç, en nihayetinde hayat tarzlarının belirlenmesinde etkili olmaktadır. Bir lokma ekmeğe muhtaç olan ülkelerden ve insanlardan hayatın her alanında üretkenliği ve etkili olmayı beklemek mümkün değildir.

Yaşamını sürdürecek ekonomik refah seviyesini yakalayamayan bir topluluk elbette ülkesine, bölgesine ve dünyaya refah, huzur ihraç edemez. “Borç alan emir alır.” darbı meseli, esasında konuyu çok açık bir şekilde izah etmektedir. İnsan, ekonomik yönden yaratanından başka kimseye muhtaç olmadığına inanırsa, inandığı doğruları daha bir özgüvenle savunur ve inandığı gibi yaşamaya başlar. Sosyal hayata her alanda katma değer sağlamaya başlar.

O halde bir lokma bir hırka anlayışını 21. asırda hayatımıza nasıl uygulamalıyız? Ekonomik gücünüz kadar hayata müdahil olunan çağımızda, bir insan, bu algıyı nasıl dönüştürecektir? Bu ifadenin hangi anlamlara gelebileceği üzerinde durulmalıdır öncelikle. İnsan bir lokma ve bir hırka elde etmek için çalışmalıdır. Lokmayı ve hırkayı, hayatın amacı olarak merkeze koymamalıdır.

Dünyalık nimetlerin meşru olanlarının tamamına sahip olmak, insanın temel hedefi olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için meşru yolların hepsine başvurarak hayatını kazanma, mal mülk biriktirme yolunu seçmelidir. Hz. Süleyman’ın duası gibi dua etmelidir.

İsterken üst sınır konulmamalıdır; fakat kazanmış olduğu dünyalıktan Allah yolunda infak ederken de üst sınır koymamalıdır insan. Rezzak olandan isterken sınırsız istemek onun yolunda infak ederken cimri davranmak kulun samimiyetsizliğine işarettir. Verirken de üst sınır konulmamalıdır. İsterken ün üst kurdan, verirken en alt kurdan vermektir belki de samimiyetsizliği ortaya koyan.

Bu davranış tarzını yani kazanma arzusunu başıboş bırakırsanız bir canavara dönüşebilir. Dünyaya hükmetme ve dünyayı kazanma arzusu dizginlenemezse, yiyecekleri tükettikçe acıkan, doyduğunun farkına varamayan, çatlayana patlayana kadar yiyen, obez bir insan misali vahşi bir ruh ortaya çıkar. Dünyayı kasıp kavuran kapitalist

Dünyayı kasıp kavuran zihniyet de aynı zihniyet değil midir? Siftah yapmayan komşusuna müşteri gönderen bir anlayıştan komşularını yaptığı indirimler ve kampanyalarla iflasa zorlayan bir anlayışa dönüşün başka bir izahı yoktur. İslam dini her hususta ifrat ve tefritten kaçınılmasını tavsiye ederken, yine İslam peygamberi vasat ümmet olmamız hususunu hatırlatırken yaratılışımızdaki doyumsuzluğa set çekmeyi amaçlamıştır Allah’u âlem.

O halde ideal çalışma ve zenginlik elde etme yöntemi nedir? Zenginlik amaç değil de araç kabul edilirse en büyük tehlike atlatılmış olacaktır. Kazanılan malın mülkün kölesi olunmadan, ana hükmeden bir hükümdar edasıyla sahip olduğumuz dünyalıklara bakabilirsek, övülen ve tavsiye edilen zengin Müslüman şahsiyeti ortaya çıkmış olur. Dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğu anlayışı, sahip olunan mal ve evlatların aslında kişioğlu için bir fitne sebebi olduğu öğretisi bir insanın umarsızca hareket etmesini engelleyecektir.