Rusya, Afganistan’da kendisi adına savaşan ve hayatını kaybeden gençlerin cenazelerini Bakü’deki Rus mezarlıklarına gömdü. Azeriler bir gece ayaklandı: “Biz Müslümanız, balalarımızı nasıl ateist mezarlığına gömersiniz!” diye tepki gösterdi ve naaşları kendi mezarlıklarına naklettiler.

Bu müthiş bir şeydir!

Orta Asya’da ve Türkiye’de İslam’ın gerilemesi eş zamanlıdır. Bizde Tek Parti döneminde uygulanan programlar ile Sovyet programları arasında pek bir fark yoktu. Fakat insanlar inançlarını gizlemeyi başardılar. Bu gizleme çabası/ isteği inançların diri tutulmasını sağladı. İnsanlar teyakkuz halinde ve tepkilerini her zaman diri tuttu. Gizli haberleşme sistemi geliştirdiler, gizli eğitim faaliyetleri yürüttüler ama bir taraftan da Komünist Parti’ye üye idiler.

Bugün ülkemizde yaşanan normalleşme çabalarını işte bu baskıların doğal bir sonucu olarak görmek, anlamak gerekiyor. Fazla süslü sosyolojik tahlillere girmeden…

ABD’nin geçen aylarda Suudi Arabistan’da gerçekleştirdiği operasyona bakalım. 32 yaşındaki prensi ayartıp ülkeyi felç ettiler. Bunu yaparken en az 50 yıllık bir planı uygulamaya soktular. Tutuklu işadamlarının paralarına el koydular.

ABD, Irak’ı dörde, Suriye’yi altıya bölme planlarını yedekte tutuyor.

Hatta ABD, Irak’ı yok etti! Ülkenin siyasi ve askeri gücünü parçalara böldü. Oysa, bir zamanlar Mısır, Suriye ve Irak ordusu bölgenin en güçlü askeri varlığı idi.

Irak işgalinin hemen ardından “Irak devleti ve ordusu imha edilmeli” açıklaması yapılmıştı, öyle de oldu. İşte bu büyük ordu ile Suriye askeri gücünden DAEŞ’i icat ettiler.

Sonra Türkiye’ye döndüler. 15 Temmuz işgal planı aslında bu operasyonun bir devam provası idi. Milletin iradesiyle akamete uğradı ama duracaklar mı?

Türk ordusunu Suriye, Mısır veya Irak ordusu ile kıyaslamak doğru olmaz. Çünkü bizim ordumuzun büyük bir tarihi geçmişi var. Yani askerlikten başka sanatı olmayan ve kendi ekonomisini de oluşturmuş bir ordudan söz ediyoruz. Diyebiliriz ki, Türk ordusu İslam’ın şu andaki en büyük askeri gücüdür. Karahanlılar, hatta Selçuklulardan itibaren bu böyledir.

Son 40 yıllık süreçte askeri yapılanmamızda açıklar verilmiş. Toplumun diğer kurumlarında olduğu gibi ordumuzla ilgili her şeyi bizden daha iyi bilir hale gelmişler. Stratejilerimizi, insan kaynağımızı, mezhep dağılımını, ekonomisini; yani veri tabanımızı çok iyi öğrenmişler.

Bu servisin kimler tarafından ve nasıl yapıldığını 15 Temmuz’da çok iyi gördük.

‘Tam bağımsızlık’ yolunda büyük bir mücadele verirken askeri, siyasi ve ekonomik olarak etrafımızın sarılmasının sebeplerini iyi anlamak durumundayız.

Milli ordu kurmak istiyorsunuz, NATO bir operasyonla bunun önüne geçmeye çalışıyor. Son günlerde NATO ile yaşanan krizlerin başka bir sebebi var mı?

NATO, sosyal ve sivil kurumlarımıza kadar girmiş durumda. Çünkü NATO sadece askeri bir yapı değil. Alman vakıflarından, çeşitli fonlara ve insan hakları örgütlerine kadar küresel bir güç halini almış durumda. Bütün bu dinamikler NATO konsepti içinde çalışmak zorunda. O yüzden STK’larda veya üniversitelerde NATO üzerine eleştirel programlar göremezsiniz.

ABD’nin ‘Soğuk Savaş’ı başlattığı dönemle ‘petrol savaşı’nı başlattığı dönem yeniden yorumlanmaya muhtaç çünkü refleksleri birebir örtüşüyor: Vatan haini listeleri, ambargo, yasaklar, yaptırımlar, iç düşmanlar, basına müdahaleler…

Dikkat ederseniz, bu yeni formatlama biçimi NATO şemsiyesi altına alınıyor. Türkiye’de de böyle bir süreç yaşandı. İslamcı, milliyetçi, sosyalist kanat/tavır dediğimiz şeyler bu operasyon sonucu oluştu. Hemen hepimizin okuduğu “Minyeli Abdullah”, “Huzur Sokağı”, “Esrarlı Kale”, “Kızıl Zindanlar” gibi kitaplar farkında olmadan bu formatın ürünleri idi. Bu anti-komünist kitapları okuyarak büyüdük. Kendiliğinden olsa elbette sorun yok ama aynı tarihlere denk düşmesi işin içinde bir ‘şeytanlık’ olduğunu gösteriyor. Yani kendiliğinden olursa elbette sorun yok, Pentagon planladığı zaman bir bit yeniği arıyoruz. Kötü kitaplar mıydı, asla! İyi ki yazıldılar…

Bu cümleden olarak FETÖ meselesine yeniden bakalım: FETÖ ile 15 Temmuz’un bir ‘soğuk savaş’ formatlaması olduğunu söyleyebiliriz. Erzurum’dan çıkmış, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde ilerlemiş, üniversitelerde yuvalanmış, çeşitli STK’lar tarafından finanse edilmiş, kendine inanan mankurtlar grubu oluşturmuş yapının ‘hüdayinabit’ olmadığını ap-açık bir şekilde tespit etmemiz gerekiyor…

……………….

‘SERDİVAN’DA GÜZEL ŞEYLER…

Yemyeşil yollardan, ferah caddelerden geçerek ulaştığınız Serdivan güzel insanlar memleketi…

Bu muhteşem Sakarya ilçesi, 17. yüzyılda ‘Petrades’ adıyla bir Rum köyü olarak planlanmış. Halk arasında “Sarıdoğan” diye telaffuz ediliyor. Prof. Dr. Sabahattin Özel, Osmanlı belgelerinde posta amaçlı kullanılan sarı renkli doğanlar bölgede yetiştirildiği için bu adı aldığını belirtiyor. Bir diğer bilgi ise ‘baş – divan’ anlamındaki ‘ser – divan’dan geldiğidir…

Niyetim, Serdivan’ın tarihini anlatmak değil. Gelenekle-modernlik arasında harika bir yerde duran bu güzel beldede hizmet veren Fikir Sanat Akademisi’ne dikkat çekmek istiyorum. Belediyenin kurduğu ve finanse ettiği kurum fikir, sanat, edebiyat ve tarih konusunda birbirinden önemli isimleri ağırlıyor. Bu isimler de öğrencilere ve halktan meraklılara birikimlerini aktarıyor.

Akademide bu yıl 21 branşta seminer, ders, atölye çalışması yapılıyor!

Birçok üniversitenin yapamadığını mütevazı imkanlarla gerçekleştiriyor.

Milletin kaynaklarını çar-çur etmeyi ‘faaliyet’ olarak gören/gösteren kurum ve kuruluşlara örnek olmasını diliyor…

Serdivan Belediye Başkanı Yusuf Alemdar’ı Fikir Sanat Akademisi cesaretinden dolayı tebrik ediyorum.

……………………………..

SAKINCASI YOKSA KONUŞALIM…

Mehtap Altan, kendi yolunu bulmuş, kozasını örme konusunda çaba gösteren heyecanlı bir kalem. Şiir, öykü, deneme yazıyor. “Çivi”, “Mistik Fısıltılar”, “Def”, “İmgenar Sokağı” gibi ironisi yüksek kitaplara imza attı. Yazarak var olmaya çalışıyor. Kendi imge dünyasında ‘yeni’ şeyler söylüyor, bu çok önemli. Dahası, üslup peşinde…

Altan’ın, AZ Kitap’tan çıkan edebiyat söyleşileri “ES- Sakıncası Yoksa Söz Edebiyatın” isimli eseri işte bütün bu verimlerden/ürünlerden sonra okuruna iyi gelecek röportajlardan oluşuyor. Bazı soruların, verilen cevaplardan daha ‘üsluplu/usturuplu’ ve ‘derin’ olduğu kitapta Sunay Akın’dan Ali Ural’a, Nurullah Genç’ten Leyla İpekçi’ye, Mustafa Özçelik’ten Ömer Lekesiz’e kadar daha pek çok isimle yapılmış önemli söyleşiler var.

Dikkat çekmek istedim…