Taharetsiz taharetsiz sosyalleşip hiçbir kurala uymayarak sadece İslam dini ve Türkiye aleyhine ihanet pankartları kusan ‘’mikrop’’lara inat; dua edelim.

Geçtiğimiz günlerde ilk kaybımızı verdik.

Sağlık Bakanlığımız dünyaya örnek olacak bir çalışma temposu sergiliyor. Hatta parantez içinde belirtelim; tüm o yoğunluğun içerisinde gayrimilli basınla da mücadele ediliyor. Muhabir kimlikli Sömürge yanlılarının süreç içerisinde kullandıkları kaos diline karşı, politika lisanının oldukça kibar ve dirayetli bir üslup kullandığını görüyoruz. Devlet sadece biyolojik bir virüs salgınıyla savaşmıyor, aynı zamanda sosyal psikoloji ölçeğinde de büyük bir sınav veriyor. Zira ne hain hainliğinden ne de ahmak ahmaklığından vazgeçiyor.

Geçelim.

Herkesin bir fikri var. Kimisi meseleye sadece tıbbî açıdan bakıyor kimisi de dünya miyarında binlerce ölümün yaşandığı bu salgını uluslararası sermaye oligarşisi ile ilişkilendiriyor. Ben, komplo teorisi diye geçiştirilen hususları geçiştirmeme taraftarı oldum şu ana kadar. Evet, bir sürü asılsız teori ortaya atılabilir. Fakat domino etkisi oluşturan pek çok ‘’küresel vaka’’nın, işleyiş evresinde yine çok alanlı küresel değişkenler ürettiğine inanıyorum.

İngiltere ve Almanya gibi ülkeler ‘’sürü bağışıklığı’’ kılığında aleni bir Sosyal Darwinizm deneyine ev sahipliği yapıyor. Siyasi söylemlere doğrudan yansıma da, Avrupa’nın tarih boyu uyguladığıbir tür ‘’doğal seçilim’’ furyasının içindeyiz. Bakmayın siz HerbertSpencer ve Francis Galton gibi İngilizlerin 19. asırda mevzuyu dillendirmesine. Avrupa’nın, tarihin çeşitli safhalarında gerek demografik gerekse sosyo-politik çıkarlar ekseninde ‘’güçlüler hayatta kalsın’’ mantığı güttüğünü biliyoruz.

Kapitalist düzen kurucuların üst düzey biyo-teknoloji çalışmaları yapan ‘’ilmî/ticarî’’ şirketlerle giriştiği pazarlıkları da yok sayamayız şu sıralar.

Bununla birlikte, dünyaya yayılan korona çılgınlığının perde arkasında, 4 triyon dolara yakın bir meblağın cep değiştirdiği de söyleniyor.

Ezcümle, sokak jargonuyla; bir şeyler dönüyor. Her zaman döndüğü gibi.

Tabii bunlar uzun uzun oturulup tartışılması gereken konular. Kısa vadede bize çok bir şey kazandırmaz. Şu anda virüs salgınının son bulması için, ‘’hocam bunlar hep korku imparatorluğu şeysi’’ naraları atmak yetmiyor. Çok basit bir görevimiz var aslında:

Aptalca davranmayacağız.

Devlet ricalince belirlenen önlemlere fert fert uymamız gerekiyor. Gün geçtikçe katlanarak artıyor vaka sayısı. Biz iplemedikçe, biz kafa tuttukça virüs güçleniyor.

Yurtdışından gelip şımarık ve sorumsuzca ortalarda gezen kim varsa, gerekli işlemlerin uygulanması lazım. Politikacısı, medyacısı, şarlatanı fark etmez. Bir avuç geri zekalının da etkisiyle, belki de çok daha hafif atlatabileceğimiz bir süreci topluma aşılanan felaket senaryolarıyla geçiriyoruz.

Sonumuz hayr olsun.

Nasipse sonra değineceğim bir bahis gerçi ama şöyle bitireyim:

Taharetsiz taharetsiz sosyalleşip hiçbir kurala uymayarak sadece İslam dini ve Türkiye aleyhine ihanet pankartları kusan ‘’mikrop’’lara inat;

Dua edelim.

Âkil olalım.

Sabredelim.