Rivayet olunur ki, vakti zamanında Bursa Ulu Camii’nde vaaz-ı nasihat etmekte olan bir hoca efendi, konuyu peygamberler arasındaki üstünlük meselesine getirdi. Ve yine rivayet olunur ki, Bakara Suresi’nin 285. ayeti mucibince, Hz. Muhammed’in (a.s) Hz. İsa’dan (a.s) ve diğer peygamberlerden bir üstünlüğünün olmadığını söyledi. Bu sözler üzerine cemaatten bazıları itiraz etti. Bu esnada camide hazır bulunan Süleyman Çelebi merhum, Hz. Muhammed’in (a.s) üstünlüğünü anlatan bir manzum eser kaleme almaya niyetlendi. Eserini bitirdiğinde ona “Vesîletü’n-necât” (Kurtuluş Yolu) ismini verdi. Eser, halk arasında “Mevlid” ismi ile meşhur olup bilindi. Biz dahî, bu eseri bu isimle bilip okur ve dinleriz.

Yine rivayet olunur ki, zamanın ahirinde, İstanbul vilayetinde bir devlet mektebinde, Peygamber Efendimiz’in doğum günü münasebetiyle yapılan faaliyetlerde öğrenciler, Efendimiz’in hatırasını yâd etme sadedinde, duvarlara O’nun övülmüş ismini, Arapça yazarak sınıfı süslemişler. Duvarlar Allah’ın ve Peygamberinin isimlerinin yazıldığı kâğıtlarla donanmış. Bu duruma şahit olan ve dinî ilimler okutmaya ehil hocalardan biri, duvarda asılı olan “Muhammed” isimlerini toplatmış. -Râvi olayın bundan sonraki kısmını da çok normal bir şekilde anlatmaya devam ettiği için mübalağa olup olmadığını anlayamıyoruz-  Öğretmenin “Muhammed” isminin yazıldığı kâğıtları çöpe attırdığını rivayet ederken çok sinirli olduğu sesinden ve gözlerinden anlaşılıyordu. Rivayetin devamında, öğretmenin bu hareketi, Kuran’daki tevhid ayetleri mucibince yaptığı zikrediliyor. Kısacası öğretmen bey/hanım, “Allah (azimü’ş-şân)’ın isminin yanında Peygamber Efendimiz’in isminin asılmasının bir tür şirk olduğunu” düşünerek gençlerin itikatlarını kurtarmaya niyetlenmiş.

Rivayet ediyorum ki; geçenlerde, İstanbul’un ilçelerinden birinde, mütedeyyin insanların kurmuş oldukları bir dernekte, bir programa katılmıştım. Derneğin kurulmasına ve hizmetlerinin devam etmesine katkı sağlayan insanlar, Kur’an’ın daha iyi anlaşılması niyetiyle gayret gösteriyorlar. En azından iddiaları böyle. Akşam namazı vakti girince, derneğin mescidinde namazı eda ettik. Dernek mescidi olduğundan olsa gerek, mescidin duvarları ve içi çok sadeydi. Hatta aşırı sade! Ne bir hüsnü hat ne bir tezhip, ne bir ayet ne bir hadis vardı duvarlarda. Sadece kıble tarafında bulunan duvarın ortasında her biri nerdeyse bir adam büyüklüğündeki harflerle lafzatullah (Allah ismi) yazılmış ve ışıklandırılmıştı. Sonradan öğrendim ki belli bir çevreye mensup olan ve belli bir yazarın kitaplarını daha çok okuyan bu kardeşlerimizin mescitleri genellikle bu şekilde dizayn ediliyormuş.

Peygamber sevgisinin(!); ismini pasta üzerine yazıp yeme ile tezahür ettiği, tevhid inancının Peygamberin isminin yazıldığı kâğıtları çöpe atarak sağlandığının zannedildiği çok ahir zamanlar yaşıyoruz. Bazılarımızın Efendimiz’e olan duygularındaki dengesizlik; Fâtımî taassubunun bidatlarına da Vehhabi cüretinin sapkınlıklarına da rahmet okutma eşiğine geldi.

Halk arasında görülen bu kafa karışıklığı ve üslupsuzluk, bir gün gelir durulur mu bilmiyorum. Yıllar önce çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisi iken, halkın mevlide olan alakasına ve ona yüklediği anlamlara itiraz ederdim. Şimdilerde kandil gecelerinde camilere akın edip, huzur içinde Mevlid dinleyip salâvat getiren müminleri özlüyorum. Kurtuluşumuza vesile olacak urvetü’l-vüska’nın kulpları olan Allah’ın kitabına ve Efendimiz’in sünnetine sımsıkı sarılabilmeyi niyaz ediyorum.