Önceki yazıda neo-klasik iktisadın müntesiplerince neredeyse bir din olarak görüldüğünden ve bizim merkez bankasının da bu iktisadi anlayışın yılmaz savunucularından birisi olduğundan bahsetmiştim. Devam edelim.

Erdem Başçı’ya hatırlatmamız gereken önemli bir şey var: Kendisi iktisat bilimi ve daha özelde para teorisi ve politikası bağlamında istediği görüşe sahip olmakta özgür. Fakat sahip olduğu fikrin aşkın bir hakikat olduğunun herkes tarafından kabul edilmesini istemesi ve hakikatin anahtarını elinde tuttuğuna bizim de inanmamızı beklemesi kabul edilemez. Kaldı ki neo-klasik para teorisi ve politikası özellikle 2008 krizinden bu yana daha önce hiç olmadığı kadar dünyada ciddi biçimde eleştiriliyor. Fakat Erdem Başçı bütün bunlardan hiç haberimiz yokmuşçasına bize ders vermeye kalkıyor.

Daha da vurucu olanı ise şu: Neo-klasik iktisat bilimsel değil, büyük ölçüde dogmatik ve ideolojik bir anlayıştır. Mikro ekonomik temelleri tamamiyle tartışmalıdır ve bu temel ampirik bulgularla desteklenmeyi bırakın, çoğu kez çürütülmektedir. Ve neo-klasik iktisadın temelinde vahiy de yoktur.

Peki bu iktisadi anlayış nasıl merkez bankası gibi çok önemli bir kurumun tepesinde hâkim anlayış haline gelebiliyor ve orada kalabiliyor? Dünya çok kaotik bir yer ve “çıkar çatışması” dünyanın en temel ve vurucu hakikatlerinden birisi. Ünlü iktisatçı Ha-Joon Chang’a kulak verelim: Neo-klasik iktisadın gerçek dünyada bir karşılığının olup olmaması önemli değil, bu anlayış güçlüler için faydalı olduktan sonra, sorun yok. Ve neo-klasik iktisat güçlüler için, yani finans dünyası için oldukça “kullanışlı” ve “faydalı” bir anlayış. Doğru değil, hem de hiç. Ama oldukça faydalı ve “karlı”. Francis Bacon “bilgi güçtür” der. Evet, hakikat gibisi yoktur. Fakat bu dünyada nihai tahlilde para güçtür ve bu güçle de “yanlış” rahatlıkla doğru olarak pazarlanabilir. Ortada ekonomik bir bilgi savaşı var yani. Geniş halk kitlelerinin, yani bizim ise bu savaşta sarılabileceğimiz tek şey ilim aşkı. Özelde merkez bankacılığını, genelde de ekonomik sistemi nitelikli, ayrıntılı, derinlikli bir şekilde eleştirmemiz ve değerlendirmemiz gerekiyor. Başka şansımız yok.

Bütün bu hengâme içinde şu noktayı atlamamız gerekiyor: Kendimizi neden bu şekilde bir “merkez bankacılığı tartışmasının” içinde bulduk? Aslında şu anda Türkiye’de yaşadığımız şey, iktisat politikasının ne şekilde yürütüleceği ve ekonomik pastanın kimler arasında ne şekilde paylaşılacağının tartışmasıdır. Görünürdeki faiz tartışması işin sadece görünen kısmıdır. Bu savaşta bir tarafta geniş halk kitlelerinin çıkarlarını savunan cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, diğer tarafta da finansal sistemin çıkarlarını savunan ya da finansal sistemin kızdırılmaması gerektiğini düşünen, neo-klasik iktisadi anlayışın müntesibi odaklar bulunmaktadır. Bu odakların içinde hükümetten bir kanadın da bulunduğunu belirtmeliyim. Ortada bir nevi ve kısmen “iç savaş” var yani.

Verilen bu savaşın sonunda da 2015’te yeni hükümetin para ve finans politikası şekillenmiş olacak. Ve eski Türkiye’nin iddiasız, korkak ve kimliksiz para ve finans politikasıyla mı yoksa yeni Türkiye’nin iddialı ve güçlü para ve finans politikasıyla mı yola devam edilecek, belli olacak. Paralel yapıyla mücadeleden sonraki en önemli meselemizin 2015’te bu olduğunu söylemek zorundayım. Vesselam…