Toplumun enerjisini tüketen ve bir kene gibi değerlerin üzerine abanan cephe siyasetini bırakmamız gerekiyor. Bu şekilde nereye kadar gidilebilir?

Eski siyasetin getirdiği bütün unsurların tasfiye edilmesi, bu sürecin tamamlanması gerekir. Hem de bir daha ortaya çıkamayacak şekilde…

Herkes işini sorumluluğunun gerektirdiği biçimde yapmalı.

İnsanlar sürekli servet biriktirme peşinde. Bazıları iktisat kanallarını olduğu gibi siyasetin imkânlarını da bunun için kullanabilir, kullanabiliyor. Mesela, diyelim ki ülkenin önde gelen gazete patronlarından biri servet biriktirmeye karar verdi. 20 milyar lira parası var. Bu ilk bakışta iyi bir şey olduğu kadar bela bir iştir. Bu paranın korunması, yönetilmesi için bir ordu tutmak gerekir, büyük bir güvenlik sistemine ihtiyaç vardır. Eğer doğru yönetilmez ve korunamaz ise hızla sıfıra inebilir.

Yani, mevcut düzeni koruyabilmek için büyük bir maliyete katlanmak zorunda kalınabilir. Çünkü hacim büyüdükçe küçük oynamalar bile her şeyi allak bullak edebilir.

Faiz sistemiyle piyasayı yönetme işi ‘soyut’ ve ‘insanı hiçe sayan’ ve robot gibi gören bir yöntemdir. Piyasanın kurtları, simsarları puslu havaya göre vaziyet aldıkça aktörlerden bazıları ya zarar veya kâr edecektir.

Faiz ya da vergi uygulamalarında yapılan ufacık bir müdahale ile binlerce insan mutlu, binlercesi ise mutsuz olabilir.

Başa dönelim: Yıllardır toplumun enerjisini tüketen bu kısırdöngü birtakım ekonomik meseleler, küresel finans savaşları ve hukuki davalarla sürgit devam etmektedir. ABD’de devam eden Rıza Zarrab davası da böyle bir hikâyenin halkalarından biri…

Aktörler yer değiştirdi. Amiyane tabirle, kartlar yeniden dağıtıldı ve eski oyun kurucular masanın dışına doğru itilmeye başlandı. Bu kolay hazmedilebilecek bir durum değil. Öfke ve rövanş histerisiyle hareket eden gruplar ya teker teker veya işbirliği adı altındaki birtakım konsorsiyumlarla duvarın arkasından dolanıp yeniden oyuna girmeye çalışıyorlar.

Döviz fiyatlarındaki oynaklık, kurlar arasındaki dengesizlik finans kıyametinin habercisi.

Büyük Şeytan ve ekürileri diyor ki: Büyük devlet modelleri bitti. Olabildiğine küçülmüş milletlerle yeni dünya düzenini kuralım!

Tamam, öyle yapalım!

Ama ilk önce ABD’den veya İngiltere’den ya da Almanya’dan başlayalım!

İlk operasyonu ve estetik ameliyatı buralarda yapalım. Büyük örneklik teşkil ederse biz de üzerimize düşeni -elbette- yerine getiririz. Kabul edilir mi? Elbette hayır!

Büyük Şeytan’ın bütün uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak aldığı Kudüs kararına bakalım: Türkiye öncülüğündeki İslam ülkelerinin tepkileri dışında ‘sahiplerine’ karşı çıkan kaç Büyük Avrupa devleti var? Çok az!

Sırada neresi var, ben söyleyeyim: Mekke!

İşaret fişekleri atıldı. ‘Gerçek Arabistanlı Lawrence’ olan veliaht cücük kral, Mekke operasyonuna giden yolu kırmızı halılarla Büyük Şeytan’a açtı. Yani yakın veya orta uzaklıktaki bir gelecekte Mekke, ‘kurtarılmış bölge’ ilan edilecek, Vatikan benzeri bir statüye kavuşturulmak istenecek.

Bu bir kehanet değil, reel-politik bizi böyle bir tezgâhın artık kuvveden fiile evrilmekte olduğunu gösteriyor.

Ardından: İstanbul!

Neden? Çünkü Ortodoksluğun merkezi Balat’taki Fener Rum Patrikhanesi… Patrikhane civarında son dönemlerde gözlemlenen esrarengiz hareketlenmeler bu operasyonun ipuçlarını veriyor.

Nihayetinde ise gerçek Armageddon…

Hep birlikte, burnumuzun önündeki fotoğrafa biraz, az biraz daha uzaktan bakalım, göreceğiz…

Ancak o vakit, üzerimizde tepinenlerin gerçek niyetini anlayabileceğiz.