Çetin Altan anlatıyor;

“1966 sonları, bir öğle sonrası odamdayım. ‘Sizi biri görmek istiyor’ dediler. ‘Buyursun, gelsin’ dedim.

İçeri tıraşı uzamış, üstü başı bakımsız, yaşlıca, çelimsiz bir adam girdi. Hazrolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir boyunla; ‘Bendeniz Mehmet Âkif’in oğluyum’ dedi.

Bir anda ne olduğumu şaşırdım. Nasıl şaşırdım bilemezsiniz. Eski bir dostluk havası oluşturmak istercesine; ‘Oooo buyurun buyurun, nasılsınız?’ türünden bir yakınlık göstermeye çalıştım.

O, tavrını bozmadı; ‘Rahatsız etmeyeyim, sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim. Babam başın sıkışınca Altanlara git, onlar sana yardımcı olur. Çünkü onlar soylu bir ailedir’ demişti” dedi.

Gökler mi tepeme yıkıldı, yer mi yarıldı da, ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena, allak bullak oldum. Ve tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkartıp uzattım.

O, bükük boynuyla: ‘Siz ne münasip görürseniz’ dedi. Cinnet cehennemlerinin tüm yıldırımları düşüyordu yüreğime. ‘Durun bakalım neyimiz varmış’ gibilerden cüzdanı açtım; içinde ne varsa çıkardım, fazla bir şey de yoktu, elimde tuttum. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir 10, yahut 20 lira aldı. ‘Çok teşekkür ederim, rahatsız ettim’ dedi ve çıktı.

Aradan bir ay geçti geçmedi; gazetede küçük bir haber ilişti gözüme: “Beşiktaş’taki çöp bidonlarından birinde Mehmet Âkif’in oğlunun ölüsü bulunmuştu!”

27 Aralık Akif’in ölüm yıl dönümüydü.

Doğumu, ölüm yıl dönümü, Çanakkale Haftası, İstiklal Marşı’nın kabulü münasebetleriyle yıl boyunca Mehmet Âkif’i çeşitli kutlama veya törenlerle, resmi ya da gayrı resmi bir şekilde anıyoruz.

Ve “Şu Boğaz Harbi nedir?… Var mı ki, dünyada eşi…” diye başlayan ve okundukça bir senfoni ritmiyle coşkusu gittikçe artan, finale doğru tam anlamıyla, vatan ve bayrak coşkusuyla bizi kendimizden kopartan, kelimenin tam anlamıyla ‘destan’ olan şaheserini okuyoruz.

Çetin Altan’ın bu hatırasını okuduktan sonra, düşünmemiz ve cevabını bulmamız gereken bir soru çıkmıyor mu karşımıza;

Peki, sizce neden, Mehmet Âkif oğluna; “Altanlara git, Çünkü onlar soylu bir ailedir” demiş olabilir?

Neden acaba?

Mehmet Âkif’in oğlu başı sıkışınca neden Çetin Altan’a gidiyor?

Neden milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakâr, İslamcı, sağcı ya da cemaat ehlinden birilerinin kapsını çalmıyor, çalamıyor?

Ya da sizce neden Mehmet Âkif, oğlunu elin Marksistine, komünistine, ateistine, İşçi Partilisine yolluyor da, milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakâr, İslamcı, sağcı ya da cemaat ehlinden birilerinin kapısına yollamıyor.

Neden!

Biz, öyle ve böyle, bir şekilde yelpazenin sağında duranlar; insanlara yaşarken hak ettikleri değeri layıkıyla vermeyip, bir çöplükte ölmesine seyirci kaldığımız ya da şahsi ihtiraslarımız için kullanamayacağımız kıymet veyahut basıp geçemeyeceğiz insan olmadığı için olabilir mi?

Yoksa sağ ya da sol, herhangi bir ideoloji insana asalet kazandırmaya yetmiyor mu?

Bu yazının başlığı ‘Biz Adam Olamayız’ olacaktı.

Fakat daha dikkate şayan olsun diye ‘Mehmet Âkif’in Oğlu’ koydum.

Mehmet Âkif’i ben de kullandım.