Geçtiğimiz hafta, her şeyin “suiistimal” edilebileceğini belirtmiş, devamında da “Suiistimali bertaraf etmek” için, “Mehdiyet” konusunu inkar yoluna (!) sapıldığını anlatmıştım. Bu hafta da kaldığımız yerden devam edelim inşallah…
Mehdiyet konusunu “inancımızdan” çıkarmaya çalışmanın, iki zararı vardır:
Birincisi: Mehdi konusu, ümmetin kuvve-i maneviyesini güçlendirir. Bu inancı kırmak ise, ümmeti “ümitsizliğe” sevk eder. Kaldı ki; “ümidi olmayan yaşayamaz!” kuralını, bir önceki yazımda da belirtmiştim.
İkincisi: Böyle bir yolu mümkün görenler, 14 asrın “akidesini” yok saymakla birlikte; Müslümanların icmaını ve manen mütevatir derecede olan hadisleri inkar etmektedirler. Hâlbuki bu çalışmanın temeli dış mihraklıdır. “Kurtarıcı bir dininiz olmasın” diye çevrilen oyundur. Ve beyhude bir çabadır. Bu konuda takip edilecek yol, “hadis”lerin Müslümanların nezdindeki itibarını kırmak değil; bilakis “hadis”leri su-i istimal edenlerle mücadele etmektir. Şunu unutmamak lazım: “Derman haddi aşarsa, dert getirir.”
Peygamber efendimiz (sav), Hazret-i Mehdi’nin kim olduğunu; şahsını ve zamanını asla belirtmemiştir. Çünkü maksadı, vermek istediği mesaj ve manadır. “Bu Mehdidir” veya “Mehdi olacaktır” gibi bir inanç ve anlayışın referansı kitap ve sünnet değildir. Bir zat gelir, ümmet bu kişinin eliyle “ittihat” edip kurtulursa, o kişiye “Mehdi” denir. Yani; olay vuku bulduktan sonra, bu unvan anlaşılır. “Bu ileride mehdi olacaktır” şeklinde bir inanç ve anlayış ise, yanlıştır!
İnsanları Allah’ın Kitabına ve Peygamberin Sünnetine davet etmek lazımdır. Aksi mana, şahısları kutsamak ve putlaştırmaktan başka bir şey değildir. Mehdiyet, Gavsiyet ve Velayet gibi unvanlar; insanları kendine “kul” yapmak için kullanılan bir statü değildir. Bunun hilafına olan bir anlayış, Allah ve Resul’ünün söylediği sözleri, kendini kutsamaya bir araç olarak görmektir. Zaten böyle kişiler “art” niyetlidir.
Onun için kim “Ben Mehdiyim, ben Kutubum, ben Gavsım” diyorsa, ve “Bana gelin ve itibar edin” şeklinde bir davetle (!), Kur’an’ı ve hadis’i nazara vermiyorsa; bu sözler zaten onun “hain” ve “sahtekâr” olduğunu gösterir. Mehdiyet bir makam değil, ulaşılacak bir hedeftir. “Bu kişi ileride mehdi olacaktır” inancı ise safsatadır!
Bu hususu şöyle bir misal ile anlatmak isterim: Resul-u Ekrem (sav), Hendek’te İstanbul’un fethedileceğini müjdelemişti. “Bazı beldelerle birlikte İstanbul fethedilecektir” diyerek, İstanbul’u fethedecek askerleri de methetmişti. İstanbul fethedilince, bu hadisteki iltifata mazhar olan kişinin, Fatih Sultan Mehmed olduğu anlaşıldı. Elbette Peygamber Efendimiz’in (sav) verdiği haber haktır. Peki, Peygamberimiz (sav), neden o kişinin adını ve İstanbul’un hangi tarihte fethedileceğini söylemedi? Çünkü bu hadis, orada bulunan ve duyan ümmete kuvve-i maneviye veriyordu. Muvaffakiyeti müjdeleyerek, onlara bir “siyaseti” gösteriyordu.
Ümmetin kumandanı olarak bütün ümmete bir hedef tayin ediyordu.“Konstantiniye’yi fethedin ve bunun için çalışın” diyordu. Bu rivayetten dolayı, İslam devleti az bir kuvvet de bulsa, ilk hedefleri İstanbul’u fethetmek oluyordu…
Bundan dolayıdır ki; Hendek Savaşı’ndan sonra Konstantiniye’dekiler, asla rahat uyku yüzü görmedi. Kim kılıcını kuşandıysa, İstanbul’u fethe gitti. Demek Resul-u Ekrem (a.s.m)’in maksadı, sadece Fatih Sultan Mehmed’i haber vermek değildi. Ümmete bir hedef gösteriyordu ve “Buna ulaşın” diyordu. Bu yüzden bu gibi hadisleri ortadan kaldırmak doğru olmadığı gibi, bunu bir şahsın üzerinden göstermek de doğru değildir. Hadisin maksadı, “Ben İstanbul’u fethedecek kişiyim diyerek”, insanın kendisini o makam sahibiymiş gibi göstermesi de değildir. Belki, “İstanbul’u fethetmek için çalışın ve bu iltifata mazhar olun. Ancak ne zaman İstanbul’u fethederseniz, o zaman müjdelenen şahıs olduğunuz anlaşılır.” anlamındadır
Her asrın “Mehdiyet”te hissesi olduğu gibi, bazı zevat-ı aliye de, bu konudaki hadislerin verdiği müjdeye nail olmuştur. Onlar “Mehdi misal” zatlardır. Mademki ümmet fesattadır, illa Mehdi olacaktır. Geçmişte “Mehdi misal” zatlar geldiği gibi, ümmetin fesada düştüğü bu zaman, elbette din-i mübin-i İslam’ı kurtaracak bir Mehdi gelecektir. Onun için “Mehdi gelmiştir” veya “geçmiştir” demek, yanlıştır. Madem din-i İslam ebedidir. O halde ümmet fesattan kurtuluncaya kadar, bu gibi hadisler de geçerlidir.
Devletin burada yapacağı şey; Kur’an ve hadise olduğu gibi sahip çıkmaktır. Kim “Ben Mehdiyim(!) benim etrafımda toplanın…” diyorsa sahtekârdır. Çünkü din-i Mübin-i İslam’da, “Ben Mehdiyim” diye bir inanç yoktur. Eğer ümmeti kurtarırsa, zaten o makamı alır. “Ben Mehdiyim” veya “Falanca Mehdidir” demek, batıldır ve bidattir. Çünkü ümmet fesattadır. Feteemmel!Selam ve dua ile…
Fiemanillah…