Medeniyet kelimesi Medine’den gelir. Medine hem cins hem de özel isimdir ve cins anlamıyla şehir, özel anlamıyla da göklerden bir karar olarak yeryüzüne indirilmiş ba’sü ba’del-mevt şehridir/prototipidir.

Medine medeniyetin vücut bulduğu yerdir. Yani medeniyetten bahsediyorsak medineden, medineden bahsediyorsak yaşamaktan bahsetmek zorundayız. Bu, nereye gidersek gidelim karşımıza dikilen bir gerçektir.

Bugün, kadim İran Medeniyetinden bahsediyorsanız Persepolis’i anlatmak zorundasınız. Ya da İndüs Medeniyeti diyorsanız aslında Mohenjo Daro’dan bahsediyorsunuz. Aztek Medeniyetinin bahsi geçiyorsa bir yerde, orada anılan şehir Tenochtitlan’dır. Örnekler çoğaltılabilir. Kurtuba’da girer lafa İslam Medeniyetinin görücü şehri olarak, İskenderi’ye de Helen Medeniyetinin alamet-i farikası olarak.

Bugün bu şehirlerin bazıları tamamen toprak altında. Bazıları ise, Medeniyet birikimini kaybetmiş bir şekilde yaşamaya devam ediyor.

Örneğin Persepolis. İskender’in intikamını en sert şekilde yaşamış ve tamamen ortadan kaldırılmış bir şehir. Öyle bir şey yapılmış ki, aslında bir medeniyete(Pers) kast edilmiş. Taşınır taşınmaz bütün eserleriyle yok edilmiş.

Tamamen yok edilmese de kanatları kırılmış, hatta kötürüm bırakılmış şehirlere bir örnekse Kurtuba’dır. İslam Medeniyetinin zirvelerinde 1 milyona yakın nüfusuyla boy gösteren şehir, Reconquista dehşeti sonrası yirmi bin kişilik bir nüfusa düşmüştür. Yani vardır ama aslında yoktur. Ölmemiştir ama yaşamamaktadır da.

Toprak altına giren ya da toprak üstünde ruhu felç bir şekilde yaşamaya devam eden bütün şehirlerin(dolayısıyla ait oldukları medeniyetlerinin) yaşayan ortak noktası ise sanattır. Hepsi  sanatlarını üretmiş ve çağlar sonrasına sanatlarıyla seslenmişlerdir. Muhtemelen amaçlamadıkları bu durum sanatla ilgili bir şeydir. Zira sanat eserleri, medeniyetlerin yaşayan vesikalarıdır. Medeniyetler diriyken hayat verdikleri gibi, medeniyetler ölüyken de onlardan haber verirler. Çünkü bütün yazılı belgeler yakılsa ya da zamana yenilse bile sanat eserleri yenilmez. Onların direnci her şeyden daha fazladır. Yeri gelir buna, bir mozaik örnek oluşturur, yeri gelir bir resim. Bazen de bütünüyle bir bina. Ve siz okumaya başlarsınız o eserleri satır satır. Kelimeler yoksa da ortada okunacak, söyleyeceği bir şeyleri vardır mutlaka. Sizinle söyleşmek için hazırdır karşısında durduğunuz ya da üzerine eğildiğiniz eser. Onu hazırlayan bütün birikimi size fısıldamak için hazırdır. Şöyle bir kulağına eğilmeniz yeter. Kim bilir neler diyecektir. Binlerce yıllık suskunluğunun intikamını alacaktır. İhtiyacınız olan ne varsa boşaltacaktır hazinelerini. İşte o an, dünyayı feth ettiğinizin resmidir. Fırından yeni çıkmış ekmek kadar taze bilgiler sizindir. Bir şehri almak ya da bir kadının gönlüne girmekle aynı şeydir. Arşimet gibi, “Evreka, Evreka” diyerek sokaklara çıksanız yeridir. Çünkü, bir eseri konuşturmak, o eserin ait olduğu medeniyetten haberler uçurmaktır. Hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir medeniyetin kılcal damarlarına sızmaktır. Ne kadar sevinseniz ya da bir muzaffer edasıyla kasılsanız azdır.

Bu o kadar önemlidir ki, birçok medeniyet hakkında geride kalan sanat eserlerinden bilgi sahibiyiz bugün. Orhun abideleri de örnektir buna, eski Türk mezarları “Kurgan”lar da. Meşhur “Pazırık Halısı” da.

Lavların altında kalmış Pompei’deki duvar resimleri ve bütün halinde Pompei kalıntıları hem şehrin hem de Roma Medeniyetinin satır aralarından bahseder bize. Pera Antik Kenti Pera’daki medeniyetin zenginliğinden dem vurur. Efes harabeleri Yunan ve Roma’nın evliliğinden. Piramitler açılmış sayfalarıdır Mısır’ın, Amon Ra’ların. Gizza piramitleri Aztek’lerin. Lascaux mağaralarına çizimler resimler, yazının ve kitabın olmadığı zamanların.

Bu örnekler saymakla bitmez ve hepsinin işaret ettiği gerçek aynıdır. Estetik, bir medeniyetin ulaşacağı en yüksek seviyedir ve bu seviyenin izdüşümleri sanat eserleridir. Bu eserler sadece haber vermekle kalmaz aynı zamanda o medeniyetin ulaştığı zirve noktalarından konuşur. Yani Mısır Medeniyetinin zirvesi Piramitlerdir. Orta Asya Türk kültürünün zirvesi Pazırık Halısı”dır. Aztek’lerinki Maçça Piççu şehir kalıntılarıdır. Roma’nınki Panteon ya da su yollarıdır. Yunan’ın ki Akropolis’tir. Osmanlı Medeniyetinin ki Selimiye Camii’dir.

Zirve noktasını veren bu eserler çözüldüğünde o medeniyetin bütün birikimi ellerinize dolar. Meselenin daha iyi anlaşılması için Süleymaniye’yi düşünün. Süleymaniye Camii, neşet ettiği günden beri İslam Medeniyetinin bütün aşamalarını size açar. Nereden nereye gelindiğinin, neyin önemli neyin olmadığının, gelecek vizyonunun ne olduğunun projeksiyonunu sunar. Osmanlı’nın bütün el yazmaları yakılsa, matbu olarak günümüze gelmiş bütün eserleri ortadan kalksa ama Süleymaniye kalsa size yeter. Medeniyet geçmişiniz ve birikiminizin izini sürmeniz için yeter.

İstanbul’da yaşayan ve bunun farkında biri olarak çok korkuyorum bir şey olacak diye Süleymaniye’ye, Sultanahmet ya da Ayasofya’ya. Onlar kalsın yeter diyorum. Onlara bir şey olmasın her şey yok olabilir diyorum. Çünkü onları öldürmek insanları öldürmekten daha fazlasıdır. Onları öldürmek medeniyete kastederek geleceği de öldürmektir.

Onlar varsa her şeyi yeniden diriltebiliriz. Hikayemizi yeniden yazabiliriz. Yeniden büyük bir medeniyete yürüyebiliriz.

Sanat olmazsa medeniyet olmaz bu yüzden. Sanat olmazsa gelecek olmaz. Eğe bir millet ölümsüzlük istiyorsa sanata yatırım yapmak zorundadır. Sanatla hayatı imar etmek zorundadır.

Milletler için geçerli olan bu durum insanlar için de geçerlidir. Kim Mimar Sinan’dan daha ölümsüzdür bu dünyada?  Kim Leonardo’dan daha kalıcıdır gelecek çağlara? Sesi, Beethoven ya da Tanburi Cemil Bey’den daha daha gür duyulan kim vardır sonraki zamanlarda? Dante ya da Fuzuli kadar kim yaşar her daim? Kimin kelimeleri kendilerinden binlerce yıl sonra bile dokunur kalplere?

Mucitlerin bile zamanı geçerken, sanatkârların zamanı neden hiç geçmez?

Sanat ölümsüzlüğe uzanmaktır çünkü. Sanat ölümsüzlüğe uyanmaktır.