1799 yılında annesine yazdığı bir mektupta, şiir için “Bütün uğraşların en masumu” der Hölderlin.
Bunun üzerine Heidegger, “Ne ölçüde ‘en masum’?” diye sorar.
Bu yazının konusu ne Hölderlin’in şiirleri ne de Heidegger’in Hölderlin değerlendirmeleri. Öyleyse neden Hölderlin ve neden şiir? Çünkü şiir, sanatların sanatıdır. Hiçbir şey yokken nasıl söz varsa, hiçbir sanat ortada yokken şiir vardı çünkü. Hölderlin ise, şiir kadar şiirin özüne dair yazdığı için seçildi. Şiirin insanları varoluş potasında birlediğini görecek olgunluğa sahip olduğu için potaya girdi.
Eğer Hölderlin haklı ve şiir bütün uğraşların en masumuysa, elimizde bir sanat eseri için yegane kıstas var: MASUMİYET!
Şiirin bütün uğraşların en masumu oluşunu tersten okursak ortaya garip bir durum çıkar ama. Bu duruma göre şiir, aynı zamanda bütün uğraşların en tehlikelisidir. Buradan da, sanatı tavsif etmede kullanacağımız başka bir kıstas geçer elimize: TEHLİKELİ!
Sanat tarihini şöyle bir karıştırıp üsaresini çıkarsak, herhalde bu iki kelimeye ulaşırız: MASUMİYET VE TEHLİKE!
Sanat hem masum görülmüştür tarihte, hem tehlikeli.Örnek verecek olursak, zincirleri kıran hali masumiyete göndermedir sanatın, zincirlerin arkasına düşüren hali tehlikeye. Bizi burada ilgilendiren elbette ki sanatın masum oluşudur. İnsanlaraözgürlük bahşeden tarafıdır. Zira biz sanatı tehlikeli olarak görmüyoruz. Sanatı tehlikeli görenler, saflığınıkaybetmiş ve durmadan tehlikeüretenlerdir. Sanata düşman olanlar, aslında düşmanlıküretenlerdir. Asıl tehlikeli onlardır ve asla masum değildirler.
Buraya kadar her şey güzel. Ya bundan sonra?
Sanat masumdur dedik. Gerçekten öyle mi? Mağara duvarlarına bizon resmi çizenler masum muydu mesela? Benzer bir şekilde bugün, boş bulduğu her duvara grafiti çizenler. Onlarda mı masum?
Değiller elbette. Ya da bunu kimse bilemez. Ama kesin olan bir şey varsa, yaptıkları şey masumdur. Zaten sanatçıların masum olduğunu kimse söylememiştir tarihte. Sanat masumdur denmiştir. Hölderlin de bunu demiş ve “Şairane barınır insan yeryüzünde” derken de bunu kastetmiştir.
Sanat masum, sanatçılar ise değilken, neden uğraşır o zaman insanlar sanatla diye sorası geliyor insanın.
Uğraşırlar çünkü saflaşmak isterler.
Sanat bir arayıştır çünkü. Masumiyeti arayış. Dünyanın sarsak hır gürü karşısında “çek ederek” kendini, arınmaktır. Billurlaşmak veçocukluk safiyetine dönmektir. Büyük sanatçıların en büyük sancısı budur. Dünyanın masum günlere geri dönmesidir (Eğeröyle günler varsa). Savaşların, açlıkların ve yıkımların olmadığızamanlara. Sanatınıbununüzerine kurar sanatçı. İnsanlarıbuna davet eder. Herkestenönce kendini. Kendinde arındıkça insanlaraçağrısıgüçlenir. Kendinde kayboldukçaçağrısızayıflar. Masumiyetine yaklaştıkça büyür sanatçı. Günahlara yaslandıkça küçülür. Zatençağrısıda işe yaramaz. Sesi cılızlaşır, boyasıkurur, mürekkebi solar. Dosto için de geçerlidir bu, Picasso için de. Bilhassa resim de karşımızaçıkar bu gerçek. Koskoca Kandinsky, çocukluk safiyetiyle resim yapabilmenin derdini taşır her yerde. Büyük ressamlar, bir yanı hep büyümemiş çocuklardır bu yüzden. İlhami Atalay’da böyledir, MatrakçıNasuhda. Bu duruma verilecek en güzel örneklerden biri, İlhami Atalay’ın annesiyle yaşadığı bir olaydır.
Malumunuz üzere İlhami Atalay, Artvin Arhavili. Güçlü bir yetenekle, zorlu bir coğrafyada imkansızlıklar içinde bir çocukluk geçirir kendisi. Çimento kağıtlarına köydeki herkesin portresini yapacak kadar resme düşkündür İlhami Atalay. İmkansızlıkların yanında yaşadığı asıl zorluk ise, içinde bulunduğu toplumun resme bakışıdır. Günah ve yasakla dolu bir bakış. Bu yüzden engellenmiştir. Eğer Laz inadı olmasaydı, ressam İlhami Atalay yerine başka bir İlhami Atalay’la muhatap olacaktık bugün. Gel zaman git zaman akademiye girer hazret. Sonrasında Almanya’da yüksek eğitim alır ve yurda dönerek galeri açar. Gülhane’de 34 sene boyunca yürüttüğü galerisine bir gün annesi ziyarete gelir. Galeriden içeri adımını atar atmaz, duvarlarda gördüğü resimler karşısında zılgıtı basar oğluna, “Ne çok günah işlemişsin sen” diye. Ona göre günahtır çünkü bu resimler. Bir müddet gelen gidenleri izleyip, resimlere baktıktan sonra canı sıkılır ve oğluna, “Bana boya ve kağıt ver” der, “Resim çizeceğum”. Anlam veremez annesinin isteğine İlhami Atalay ve “Anne sen resim çizmeyi bilmiyorsun ki, neden istiyorsun?” der. Bunun üzerine, “Seni ben doğurdum, sen çizebiliyorsan ben de çizerim” der ve alır istediklerini oğlundan. İlhami Atalay da, ayakaltında dolaşmasın ve kimseyi rahatsız etmesin diye, galerinin dışına kurar şövaleyi ve hadi buyur der annesine.
Aradan yarım saat geçer ve bir turist galeriye girerek İlhami Atalay’a sorar:
“Dışarıdaki ressamın içeride tabloları var mı?” Tabi İlhami Atalay şok. Hemen dışarı çıkar ve bakar annesi neler yapıyor diye. Bir de ne görsün, annesi köy hayatından kareler çiziyor tuvale. Tavuklar, domatesler, biberler… Bir ressam gözüyle bakınca iyi çizdiğini görüyor annesinin. İnsanlar beğenince, bir de tablolar satılmaya başlayınca resme devam ediyor annesi. Galeriye her gün gelip resim yapmaya başlıyor. O kadar ki, öldüğü gün Almanya’da bir resim sergisi açılıyor, hem de bizzat Almanlar tarafından.
İlhami Atalay’ın annesine (HURİYE) o resimleri yaptıran neydi diye sorarsanız bunun tek bir cevabı var: MASUMİYET. Kirlenmemiş, arı-duru dünyasının tuvale yansıması. Çocuk safiyetiyle boyaları kullanıp tuvale hayat vermesi.
Şiir başta olmak üzere sanatın aradığı ve sanatla ulaşılan şey budur. İnsanın cennetten getirdiği ve insanı cennete götürecek şey: MASUMİYET.
Aşkta, savaşta ya da hayatta fark etmez, neyi resmederseniz resmedin insanlarıvar oluşırmağında akış haline getirecek olan budur. Bütün insanlarıbirleyip, kalplerdekiöze dokunarak insanlarıele geçirecek olan budur.
Sanat, bu özelliğini kaybetmiştir bugün. Çünkü masumiyeti arayan sanat yerine şehvetin pazarlarda cirit attığıbir sanat var ortada. Pornografiye kurban gitmiş, hakikate hizmet yerine insanların acziyet ve sapkınlıklarının dışa vurumu bir sanat var ortada.Öyle ki, insanları birleyemiyor sanat. Daha güzele, daha iyiye sevk edemiyor. Yücelerin aşkına ram edemiyor. İzbelerden şahikalara taşıyamıyor. Hira’sı, Nirvana’sıhatta Olemp’i olmayan bir sanatla insanlar arınamıyor. Kristalize olup billurlaşamıyor. Katarsisi yaşayamıyor.
Sanatın bu darboğazdançıkmasıgerek. Sığ sularda boğuşmaktan kurtulmasıgerek. Derin denizlerin aydınlığına ulaşmasıve aydınlıktan insanlara seslenmesi gerek. Sanatın yeniden masumiyetini bulmasıgerek.
Baki selamlar.