Geçenlerde bir ağabeyle tanıştım. Kendi deyimiyle, eli silahlı başı külahlı bir adammış eskiden. Şimdi bambaşka biri olmuş. Her fırsatta şükrediyordu parlayan gözlerle. Öyle ya, Hak ehlinin muhabbetine mazhar olamayan hiç değişebilir miydi? O sevgiyi tatmayan, o muhabbetten istîdadınca hisse alamayan; hiç hakîkat pınarından nasiplenebilir miydi? Ağabeyimiz, muhibbânı olduğu Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’nin hakîmâne sözlerini öylesine özümsemişti ki; farkına varmadan olsa gerek o latif sözleri tekrar tekrar beynimize çiviliyordu…

Bir ara boylu poslu, bulut saçlı, heybetli bir adam girdi kapıdan…

Hemen tanıştırıldık; kendisi eski imam-hatip hocalarından… Fârısî muallimi… Erdoğan’ın da bir dönem hocalığını yapmış.

Yanlış hatırlamıyorsam seksenini aşmış, fakat nice yirmiliklerden daha diri…

Muhabbet koyu… Çaylar içildikçe tazeleniyor… Hocamız, Sâdî Şirâzî hazretlerinden mısralar döktürüyor…

Konu eğitime geldi.

“Genç hocalara hep söylüyorum; çocuklara çok fazla şey öğretmek için uğraşmayın’’ dedi bize bakarak; “Hepsi unutulup gidiyor, geriye pek bir şey kalmıyor!”

Ardından, “Öğretecekseniz bir şey öğretin, onu da tam öğretin… Çocuklar ömür boyu unutmasınlar! Birkaç cümleniz kalsın çocukların zihninde. On yıllar sonra bile o cümleleri hatırlasınlar!’’ şeklinde sürdürdü cümlelerini…

Ve devam etti:

‘’Âmentüyü öğretin mesela! Öyle basit, yüzeysel bir şekilde değil ama… Hazmederek, muhtevasıyla haşır neşir olarak idrakine varsın çocuklar. Zira çocuklara Âmentüyü öğretemiyorsun, sonra gidip de ‘Hristiyanlar, Yahudiler de cennete girecek’ diyen reformist, diyalogcu tiplerin tuzağına düşüyorlar! Yahut kendileri böyle iddialar öne sürüyor… Yahu en başta şöyle bir şey var meselâ; Âmentünün esaslarından biri ne? Peygamberlere iman. Yahûdi, Hazret-i Îsâ’ya (as) ve Âlemlerin Efendisi’ne (sav) îman ediyor mu? Etmiyor. Hristiyan, Peygamber Efendimiz’e (sav) îman ediyor mu? Etmiyor. Daha ne uğraşıyorsun bunları cennete sokmak için?’’

Hocamıza hak vermemek elde değil.

Zira o zaman Âmentü’yü öğrenemeyen veya Âmentü’nün kabuğunda takılı kalıp içinde inci inci dizilmiş hakikatlerden nasiplenemeyen çocuklar, yıllar sonra kendilerini FETÖ’nün kucağında buldular.

Doğru yolun şaşmaz îtikadından bîgâne kalan, İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nin ifadesiyle “kalp gözlerini İslâmiyet’in Sâhibi’ne ‘aleyhissalâtü vesselâm’ uymak sürmesiyle parlatmayan” nesiller; bid’atlerle dolu kerih bir çıkmaz sokağın karanlık köşelerine hapsoldular.

Oysa bu milletin, üzerine tanklar sürülüp kurşunlar yağdırılmadan evvel FETÖ’nün farkına varması; hiç değilse vakur bir Müslüman edâsıyla Feto’nun sapkın fikirlerine karşı durması gerekirdi. Bu millet, üstüne karabasan gibi çöken, nefsi ve aklı dev aynasında gösteren kurmaca inançları toptan reddetmeliydi. Maalesef böyle olmadı. Bunun sebebi, en basit ve geniş ifadeyle; Mızraklı İlmihâl’e yönelik asrı aşmış vefâsızlığımızdır. Vefâsızlığımız ve tabii ki vefâsız olmaya zorlanmışlığımız…

Bugün de durum aynı şekilde devam ediyor. Hâşâ, ictihad beyan etmek için gerekli olan tek şeyin, bir imam-hatip lisesinin ya da bir “ilhâdiyat” fakültesinin havasını koklamak olduğuna iman eden tekebbür bağımlısı yığınlarla yaşıyoruz. Meâlciliği, ithâl îtikadları, mezhepsizlik türküleri çığıran gündelik edebiyatını; hakîkî İslâm ahlâkı, akîdesi ve ruhu ile karıştıran kuşaklar bir çığ tehlikesi gibi milleti tehdit ediyor.

Bu tehdit sürecektir.

Saf İslâm itikadının bozuk olduğu coğrafyalarda İngiliz-Siyonist sömürüsünün, mezâliminin nasıl hüküm sürdüğünü bir türlü göremeyenler ve bu sömürgeci yapının -piyasaya güya din bayraktarı proje tipler salmak suretiyle- kurduğu sinsi hükümdarlığı Müslüman zihninde nasıl meşrulaştırdığını sezemeyenler çoğaldıkça; bu tehdit devam edecektir.