Memleketin ikinci istiklal savaşı sonrası sinema adına bir şeyler yazarken sürekli olarak 15 Temmuz’u anlatacak filmlerin yapılmasını dillendireceğiz. Bu bir ilk cümle olarak kenarda duruversin.

Keşke beynimizi kiraya verebilseydik demişti yıllar önce FETÖ’ye sıkıca bağlı olduğunu bildiğim bir arkadaşım. Kendini bu “şeref” sıfatına layık görmüyordu sadece. Pensilvanya canavarının emrinde kiralık bir aklı şeref madalyası olarak göreceğinden bahsederken, ama bunu yapamadıklarından hayıflanırken nasıl yahu diyerek, kim bu denli kendini feda edebilir diye düşünüyordum.

Kalkışmadan bir hafta sonra kıymetli dostum Enes Selim’le telefonlaştık. Abi neden “Die Welle’yi” yazmıyorsun dedi bana. En iyi filmler listemin başlarında yer alan bu film hiç aklıma gelmemişti. Gündemin yoğunluğu ve FETÖ hakkında konuştuklarımızın bir anlamda zincir etkisiyle bağlandığını hissettim o an. “Die Welle” Kaliforniya’da yapılan bir sosyal deneyin Almanya’da tekrar edilerek yapılmasını anlatan bir film. Faşist etkinin ne denli hızlı bir şekilde ergenler içerisinde büyüdüğünü ve insanların bir şekilde bir kişi ya da etiket etrafında nasıl hızlıca birleşip kalan her şeyi yok etme arzusuyla dolduğunun göstergesi olan muhteşem bir film.

Konu tam da beyinlerini kiraya vermiş insanlar ya da bir masumdan bir canavar doğar mı fikirleri etrafında dolaşırken “Die Welle” filmi önemli bir fikir vermiş oldu. Masum genç çocuklardan en çok da en sessiz olandan doğan bir canavarı izlemiştik filmde. Şimdi memleketimizde olan şey de neredeyse aynısı. En masum gözükenden, en mülayim gözükenden canavar doğuyor.

***

Geçtiğimiz hafta içinde vizyonda pek de güzel film olmadığından klasik filmlerle biraz vakit geçirdim. Kurosawa’nın izlemediğim bir filmi vardı: Sanjuro. Ustanın her filmi muhteşemdir. Sanjuro da yine tam gündemle örtüşecek bir konu üzerine kurulmuş. Gündemle örtüşmekten daha fazlasını da bulabileceğinize eminim. Filmi izlemenizi mutlaka tavsiye ederim. Bir ihanet şebekesinin daha mikro anlamda yapılanmasını ve ihanet edilen insanın etrafındaki insanların güzel sözlerle ahmak hallere düşürülmesine güzel bir örnek var. Sonra bir adam çıkagelir. Çılgın bir samuray. Kurulu tuzakları fark edip ihanet şebekesini çökertir. Kim olduğunu biliyorsunuz o imanlı çılgın samurayın.

Bu iki filmi örnek vererek anlatmak istediğim şey aslında kiralık beyinlerle ahmak dostlar ilişkisi. Aklını kiraya vermek için can atan insanla dost olup da hainin yalanına hemen kanan adam arasında verdikleri zarar açısından hiç de fark yok aslında. Geçen haftalarda yine yazmıştım. Vatan haini sıfatıyla görevinden uzaklaştırılanla görevini doğru yapmayan arasında da bir fark yok aslında. Özellikle kamu kurumlarında bu sıkıntı oldukça bariz durumda. İşine daha sıkı sarılması gereken kamu görevlileri ya da idareciler sadece poz vermek derdine düşmüşler. Beyler! İhanetin ille de çetesi ya da amacı olması gerekmez. Bir gecede bunca idareciyi ve siyasiyi ipten alan millet karşısında biraz minnet duygusu gütseniz hizmet için koşarsınız. Ama ne yazık ki boşalan koltuktan bize de düşer mi bakışıyla puslu havada kurtluk yapmaya çalışan bürokrat ve siyasiler milletten bir ders daha alacaklardır.

***

Aslında tüm olanlar tarihin tekrarından ibaret. Ama tarihin kırılma noktası anlar işte 15 Temmuz gibi halkın tüm akademik ve sosyolojik akla ters düşerek yaptığı hareketlerdir. 2014 Şubat’ında sinefesto.com’da şöyle bir yazı yazmıştım:

“Birkaç hafta önce toplumsal algıyı oluşturmayla ilgili yaptığımız bir sohbette, konunun uzmanı bir dostum her insan bir ‘datadır’ dedi. Üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra ‘Her’ (Aşk) filmiyle tanıştık. Ben bu uzman dostuma insan algısı ve yönelişleri her ne kadar manipüle edilebilir olsa da insanın tahmin edilemez bir varlık olduğu konusunda iddiada bulundum. Arzularımızın, zayıflıklarımızın ve hatta bazı duygularımızın yönlendirilebilir olması onların tamamen kontrol edilebilir olması sonucunu doğurmaz. Çünkü insanı bir ‘data’ olarak tanımlasak da tüm bu dataları ve tahmin edilebilir istatistik sonuçları alt üst edebilecek bir vicdana sahibiz. Çılgınlıklarımızın, patlama noktalarımızın bir anda açığa çıkması için sadece bir göz teması yetebilir. En azından bu benim uzman olan dostumun istatistiksel verilene karşı çıkış noktamdı.” )

Dostlar, tarihin kırılma noktasındayız. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İyi ya da kötü bunu tahayyül edemiyorum ama bildiğim şey artık bu milletin hatanın tekrarına düşmeyeceğidir. Mücadelesini savaşını verecek, ama kazanacak, ama kaybedecek, bu yolda yürümeye devam edecektir. Mesele kendinden sonraki nesillere hikâyesini nasıl anlatacağı. İşte bu noktada iş yükü de hedefte daha büyük. Milletimize ve sinemacılarımıza kolay gelsin.