Baştan söyleyeyim; yeniden seçim değil, sayımların saydam şekilde yeniden yapılması taraftarıydım. Olmadı. CHP ve ittifakı, büyük şaibe ortaya çıkınca şiddetle buna karşı çıktı. YSK kararıyla seçimler yenilendi. Kamuoyu zihnine de, 3 ay boyunca kahramanlaşan, mağdur bir Ekrem İmamoğlu profili kakalandı.

Hayırlı olsun.

31 Mart’ta tebrik etmediğim gibi şimdi de tebrik etmeyeceğim İstanbul’un yeni belediye başkan(lar)ını…   

Halkla değil teröristle kucaklaşanları; Türkiye’ye değil, Kandil’e ve Pensilvanya’ya umut aşılayanları reddediyorum.

İstanbul’u muazzam projelerle değil, bir müstemlekeci projesi olarak yönetecek olanlara saygı duymuyorum.

Üzerinde kolonyal Batı’nın, FETÖ’nün ve PKK’nın kirli izlerini taşıyacak herhangi bir başkanlık koltuğunu meşru bulmuyorum.

Ana meseleme geleyim…

AK Parti politikalarında, iktidar mekanizmasının iç işleyişinde ve bunun halka yansıyan pratiklerinde eleştirilecek, düzeltilmesi gereken sorunlar mevcut. Mümkün mertebe, haine hareket alanı tanımayacak şekilde değinmeye çalıştık…

Fakat AK Parti’yi büsbütün masum ilan etmek ahmaklığına nasıl yer yoksa, romantik demagojilere de yer yok benim vicdanımda. Efkâr-ı amme put değildir.

Zira İmamoğlu’nun büyük farkla kazanması biraz da şu demek:

İstanbul’un %54’ü;

CHP’nin PKK ve FETÖ’yle olan bariz birlikteliğine onay verdi. İmamoğlu’nun güttüğü yalan ve iftira politikasını meşru buldu. Kameralar önünde devletin valisine it denmesinden keyif aldı. Savunma sanayii atılımlarını “gereksiz’’ gördü. Akdeniz’de haklarımızın gasp edilmesine razı olup, kendi gazımızı, kendi petrolümüzü çıkartma çabamızdan rahatsızlık duydu. Hizmeti israf addetti. Suriyeli mültecilere uygulanan Kemalist ırkçılığı destekledi. 15 Temmuz şehitlerinin, büyük bir tiyatronun ucuz figüranları olarak tanımlanmasına göz yumdu. HDP’nin, Kandil’in TBMM’deki bürokrasi kanalı olduğunu inkâr etti…

İstanbul’un %54’ü, tüm bu gerçekleri bütünüyle kabul etti ve zevkle seçimini yaptı.

Hani şu “ahlakî üstünlük’’ tartışmalarına biraz da bu cihetten bakmak, İstanbul’un %54’ünü böyle bir duruşa iten temel dinamikleri sorgulamak lazım.

Nitekim cesaret edilebilirse; fabrika tipi yığınlar pompalayan ithal eğitim sistemimizi, sömürge olmayı bağımsızlık ve demokrasi formlarıyla iradeleştiren resmî ideolojiyi, nesillere kimlik biçen kültürel iktidar kodlarını epey hırpalamak gerekecek.

Eğer hırpalanmazsa; seçimlerde galibiyet refleksi olarak, Atatürkçülük çığlıkları atıp cami önlerini sarhoş kusmuklarıyla kirleten sığ zihniyetin her nesilde nasıl tazelendiğini izlemeye devam ederiz.  

Ayrıca AK Parti, kendi açtığı imam hatip liselerinin, İlahiyat fakültelerinin neden dine ve devlete ihanet eden kitleler tükürdüğünü de sorgulamak zorunda. Dini algılayış biçimlerinin, Nizamülmülk’ten bu yana üzerimize doğrultulan dış güdümlü politik bir silah olarak olduğunu artık anlamamız şart.

“Ders aldık” demek kolay.

Zor olan, sosyal çürümenin ana damarlarını tedavi edebilmekte. Aksi halde, “tepki oyu” adına yüz elli yıldır mukaddeslerini çiğneyen bir zihniyete “şans tanıma” gafletine daha çok düşer millet. Taze kuşaklar, İstanbul’la kalmaz, Türkiye’nin de başına oturtur bu kuklaları…