2 Mayıs 2018 tarihinde Beykoz’da bir saldırı yaşanmıştı. Halk arasında değnekçi olarak bilinen Mehmet Ali Sadıkoğlu adında bir şahıs, kendi kafasına göre sahiplendiği boş arsaya arabasını park eden vatandaştan zorla para almak istiyor. Vatandaş parayı ödemeyi kabul etmeyince park yerinde kavga ediyorlar ve değnekçi arabasını park eden oto tamircisi Hüseyin Aktürk’ü yaralıyor.
Yaralı halde kaçan Hüseyin Aktürk bir işyerine sığınıyor. Peşinden gelen değnekçi, Aktürk’ü dükkânda kıstırıyor ve gayet sakin bir şekilde bıçaklamaya devam ediyor. Polisin yaptığı kimlik tespit çalışmasından sonra değnekçinin cezaevinden yeni çıkmış Mehmet Ali Sadıkoğlu olduğu anlaşılıyor ve aramaya başlatılıyor. Saldırıdan sonra kaçan Sadıkoğlu, 16 gün sonra polis tarafından bulunuyor ve gözaltına alınıyor. Mahkemeye çıkartılan sanık hakkında “silahla kasten yaralama” ve “silahla tehdit” suçlarından 9 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle dava açılıyor. 7 Eylül tarihinde gerçekleşen ilk duruşmada sanık hakkında tahliye kararı çıkmıştı ve 22 Kasım tarihinde görülen ikinci duruşmada sanık Mehmet Ali Sadıkoğlu, “Adli kontrol” ile serbest kalıyor.
“Adli kontrol ile serbest kalma” ne demek? Bu adli kontrol meselesi ceza hukukunun arka kapısı. Zanlı affedildi, beraat etti, aklandı, mahkeme bitti demek değil; mahkeme devam edecek ama devam ederken zanlının tutuklu kalmasına gerek yok demek. Neye göre peki bu? Tamamen hâkimin kararına göre… Hâkim demiş oluyor ki: “Zanlı suç işlemiş ama, bu kadar da büyük bir suç değil, dışarıda olması tehlike arz etmiyor, yurtdışına çıkış yasağı verelim; mahkeme karar verene kadar dışarıda beklesin.” Son zamanlarda sık sık şahit olunan bu adli kontrol kararları toplumda giderek artan bir tedirginlik ve güvensizlik meydana getirmeye başladı.
Hâkimler niye böyle bir karar veriyorlar?
Birinci sebebi; bir insanı tutuklu yargılamak devlete büyük masraf. Devlet tutuklulara yer tahsis ediyor, yediriyor içiyor hatta tedavi ediyor. Bunlar hep masraf…
İkinci sebebi; suçu kesin kanıtlara bağlı olmayan zanlılar için tutukluluk kararı vermek işin sonunda devleti “haksız tutuklamadan” tazminat ödemek zorunda bırakabilir. Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar milyonlarca tazminat aldı mesela…
Üçüncü sebebi; hapishanelerde yer yok.
Şimdi bu olay üzerine özelde hâkime, genelde de adalet sistemi üzerinde söz sahibi olan sırasıyla önce seçilmiş, sonra atanmış yetkilere şu soruları soralım:
1- Adli kontrolle tutukluluk haline son verdiğiniz zanlı, halen aynı adreste, aynı tehlikeyi başka insanlar için de arz ediyor; bu konuda bir şey yapacak mısınız?
2- Video kayıtlarda açıkça görüldüğü üzere hiçbir şüpheye mahal vermeden suçu işlediği kesin olan zanlının hangi şartlar altında beraat etme ihtimali var da yargılanması tutuksuz devam ediyor?
3- Dışarı salınan zanlı gün ortasında yaraladığı müştekinin karşısına çıkıp onu tehdit ederse ne olacak? İfadesini değiştirmesine sebep olursa ne olacak?..
Adli kontrol meselesi savunmanın arka kapısı olmaya başladığı ortamda adalet duygusu incinecektir. Et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen; tekrar edelim:
Adalet bir histir. Adalet duygusu incinirse bütün ilişkiler zehirlenir. Bu zehirlenmenin başımıza açacağı, açtığı belalar FETÖ’den, PKK’dan, DAEŞ’ten büyüktür; çünkü bu belaların hepsi adaletsizliğin meydana getirdiği boşlukta var oluyorlar. Hâkimlerine, savcılarına, polislerine, avukatlarına güvenmeyen; sosyal medyadan medet uman bir nesil inşa ediyoruz. Dünyayı başımıza yıkacaklar. Allah korusun…