Kanıksama hayatımın her evresinde beni ürküten bir kavram oldu. Bu sinsi kavram aslında korkunç bir yozlaşma barındırır içinde. Sizi dünyaya getiren, biçimlendiren, içinde doğup büyüdüğünüz ve yüzyıllardır taşıyageldiğiniz kültürünüz karşısında bir başka kültürü kanıksamaya başlamış iseniz yozlaşıyorsunuz demektir.
Kanıksama bir yenilgi ve teslim oluştur. Sahip olduğunuz toplumsal değerler, sizi tanımlayan olmazsa olmaz medeniyet mefkureleriniz ve çok daha önemlisi inançlarınız hayatınızı dizayn edip şekillendiremez hale gelmiş ise bir başka yaşam modelini kanıksamaya başlamışsınız demektir. Ve bir adım sonrası yenilgidir, teslim oluştur.
Kanıksama bir acziyettir. Zayıflığı ve tükenmişliği ortaya koyar. Geriye dönüşü tetikler ve yıkımı kaçınılmaz hale getirir.
Kanıksama vazgeçiştir. Arkanıza bakmadan, sorgulamadan, yüzleşmeden son noktayı koymaktır kanıksama.
Bir şeyi kanıksadığım an gelişim ve tekâmül sürecimin sona erdiğini ve yenildiğimi hissetmişimdir hep.
Batı toplumları ile Doğu toplumları arasında en belirgin farklardan biridir kanıksama. Batı toplumları kanıksamaya direnirken, Doğu toplumları çok daha kolay kanıksar ve teslim olurlar.
Mesela Bağdat’ta, Lahor’da, Şam ya da Mogadişu’da pazaryerinde bir bomba yüklü araç infilak eder, 100’ü aşkın çocuk, kadın sivil hayatını kaybeder. Ortalık kan gölüne döner. Ceset parçaları birbirine karışır. Bu İslam coğrafyası için son derece sıradan, olağan yani günübirlik bir kanıksanmışlıktır.
Oysa Avrupa başkentlerinde vuku bulacak eşdeğer ve benzer bir saldırı söz konusu ülkeler için bir savaş sebebidir. Bir Avrupa başkentinde böyle bir saldırı ve katliam söz konusu olsa sadece saldırıya uğrayan ülke değil bütün bir Avrupa`da yer yerinden oynar ve kimse bunu kanıksayamaz.
Kanıksamak telafisi namümkün hayati bir hatadır. Bedeli ağırdır. Geri dönüşü yoktur.
Son dönemlerde Türk toplumunun bir kanıksama psikozuna girdiğini görüyorum. Bolluk ve refah arttıkça kanıksama daha da acıktırıyor bizi. Kanıksadıkça acıkıyor, acıktıkça körleşiyor, hissizleşiyor ve muhakeme gücümüzü, endazemizi kaybediyoruz.
Çok değil 20 yıl öncesinin yağ, şeker, tüp, ekmek, akaryakıt kuyrukları yerini bolluk ve berekete bıraktı. Şimdi çoğu evde en az bir araç var. Eskiden köylerde traktörü olan çiftçi zengin sayılırdı. Şimdi bırakın traktörü her köylümüzün bir de arazi aracı var. Hastane önlerinde kuyruklarda ölmüyor, senetlerle rehin kalmıyoruz hastanelerde. Otobüs bileti fiyatına uçaklarda seyahat ediyoruz. Yollar adeta uçak pisti. Engelli, yaşlı, dul, şehit yakını, gazi, torununa bakan nineye kadar… Maaş almayan dezavantajlı kesim kalmamış.
Kanıksamamak için hayatımızda referans noktalarımız olmalı. Benim kanıksamaya direniş noktalarımdan biri bir çocukluk hatıram. 80’li yıllarda Gaziantep’in Nizip ilçesinde yaşıyorduk. Babam Nizip Çarşı Camii meydanında yağ kuyruğundaydı. Kuyrukta yaşanan bir dalgalanma itiş kakış esnasında polisin salladığı adressiz serseri bir tekme babamın kalça kısmını dağıtmıştı. Babamın acı içinde günlerce evde kıvrandığını geçen tüm yıllara ve içinde bulunduğumuz bolluk yıllarına rağmen unutamadım. Kanıksayamadım…
Nedendir bilinmez hayat kolaylaştıkça insan zorlaşıyor… Şartlar kötüyken insanlar iyiydi sanki. Şartlar iyileşti insanlar kanıksadı…
Nolur kanıksamayın, direnin…