İnsanlar birçok özellikleri ile diğer canlılardan farklı ve üstündürler. Bu farklı özelliklerinden biride ‘’Konuşma’’ yeteneğidir. Konuşmanın değeri ise, çıktığı derinliklerde kendi içerisinde gizlidir… ‘’Susmak’’ ise sanattır. Hal böyle olunca ‘’çok düşünüp az konuşmak, konuştuğumuz zamanda hikmetli sözler söylemek’’ gerekir. ‘’Susmak, düşünmek ve dinlemek’’ bilgeliğe doğru yol almanın üç altın kuralıdır.

Yaşadığımız sürece, zaman zaman konuşmak kimi zaman da susmak durumunda kalırız. Konuşma ile susma arasındaki dengeyi doğru kurgulamak biz faniler için hayati önem arz eder. Konuşacağımız zaman susmak, susacağımız zaman da konuşmak başımıza çok ciddi işler açabilir. Ve bu süreci iyi yönetemez isek zamanla ‘’Anlama Körlüğü’’ oluşur. Anlama körlüğünün temeli ise ‘’iletişimsizlik ve bencilliktir.’’ Megalomanlıktır, ideolojik saplantıdır. Anlama körlüğü yaşayan insanlar başkalarının mutluluğunu kıskanırlar. Ve onların mutsuzluğu kendilerinde adeta multivitamin etkisi gösterir…

Ruhunda zihninde; küskünlük, kıskançlık ve alınganlık özelikleri taşıyan bir insan asla samimi ve doğal hareket edemez. Kendi ajandasını hayata geçirebilmek adına sürekli rol yapma ihtiyacı duyduğu için kendini her daim sıkıntılı hisseder. Böylesi insanlardan oluşan bir toplulukta zaten huzur ve refah da olmaz… Maneviyat rahmet ve bereket kalmaz. Kin, husumet, dargınlık, küskünlük, hasetlik ve fesatlık gırla olur… Hal böyle olunca yerinde ve zamanında konuşmasını ve susmasını bilen insanların değeri bin kat daha artar. ‘’Geldiği zaman boşluk dolduran değil, gittiği zaman yeri doldurulamayan şahsiyetler’’ olurlar…

Sn. Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı görev süresi bittiği günden bu tarafa sürekli olarak maalesef muğlak bir duruş sergiledi. Susması gereken yerde konuştu konuşması gereken yerde hep sustu… Bugüne dek ‘’gülünü seven dikenine katlanır’’ diyerek sessiz kalan AK Parti tabanı, muhalefetin baş tuttuğu ‘’Cumhurbaşkanlığı Çatı Adayı’’ sürecinde orta yerde yaşanan çirkinliklere adeta isyan etti. Sn. Gül üzerinden yürütülen bu kirli sürecin kaybedeni maalesef yine Sn. Gül oldu. Velhasıl kıymetli dostlar netice olarak gördük ki geldiğimiz nokta da Sn. Gül ‘’Ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranabildi…’’

Doğrusu başta iletişim hatası gibi görünen ama özünde ‘’siyasi ihtirasların’’ olduğunun anlaşılması Sn. Gül’ün tabanda saygınlığını hızla kaybetmesine neden oldu. Esasen bu duruma düşmesi üzülerek ifade ediyorum ki kendi adına hiç ama hiç de hoş olmadı…

Sn. Gül’ün;

Bizzat kendisinin ‘’Cumhurbaşkanı olmasın’’ diye ortalığı yıkan, meclisi boykot eden, CHP’den medet umması,

Eğer aday olursa ‘’bizde kendilerini destekleriz’’ diyen HDP’ ye tavır koymaması,

1 Kasım 2015’teki son genel seçimlerde ‘’yüzde 0,7’lik oy almış’’ Temelin aklına uyup onun kayığına binmesi,

Küresel güçlerin oyuncağı ‘’hain FETÖ’nün verdiği desteğe’’ sessiz kalması,

100.000 imza toplar ‘’Gül için asla adaylıktan çekilmem’’ diyen Meral’i konuşturması,

Tavukçu Muharrem’e “Erdoğan ile Gül yarışırsa oyumu Erdoğan’a veririm” diyerek Show yapmasına fırsat vermesi,

Kemalist CHP’den tamamen umudunu kestikleri için, ‘’Türkiye üzerinde gelecek tasavvurunda bulunan’’ emperyalistleri yüreklendirmesi,

‘’Cumhuriyet mitingleri düzenleyenlerden, 28 Şubatçılardan ve e-muhtıracılardan’’ destek umması,

Ve eşi Hayrünnisa Gül’ün ‘’başı örtülü diye’’ kendisinin aday olmaması için yeri göğü inleten ülkeyi ateşe sürükleyenlerden kulağını kabartıp haber beklemesi,

“Geniş bir mutabakat söz konusu olursa arkadaşlarımla üstüme düşeni yapmaktan çekinmeyeceğimi söylemişimdir.’’ Final cümlesi, kendisine yakışmamış ve bardağı taşıran son damla olmuştur.

Sn. Gül konuşmasının satır aralarında adeta beceriksiz muhalefeti suçladı. Zannetti ki ne kadar kökten Erdoğan karşıtı varsa sanki beni destekleyecekler ve adayımız ‘’Sn. Abdullah Gül’’ kardeşimizdir diyeceklerdi…! Eskiden olduğu gibi Sn. Erdoğan tarafından kendine sunulan makamlar (kendisinin şiddetle karşı çıktığı) Partili Cumhurbaşkanlığı, hazır ve zahmetsiz altın tepside kendisine sunulacak…

‘’Bir faninin ulaşabileceği tüm mevkilere ulaşmış vaziyetteyim’’ diyen sağlamcı Sn. Gül, anladık ki Erdoğan düşmanları arasında eğer geniş bir mutabakat olsa hiç yorulmadan incinmeden anahtar teslimi aday olacakmış..!  “Erdoğan ’sız bir Türkiye” projesine baş aktör olmayı kabul etmesi bile zaten başlı başına yaşanan bir travmadır.

Ezcümle neye üzülüyorum biliyor musunuz dostlar? Yedi düvel bir araya gelip içerden dışardan Sn. Erdoğan’a saldırırken, Sn. Gül bir gün çıkıp ta reisin arkasında net bir duruş sergilemedi ve hep sessiz kaldı… Aklınca siyasi mühendislik yaparak reisin ayağının tökezlemesini ve rüzgârın kendisine dönmesini bekledi… Oysa siyaset, siyaset olmaktan öte bir dava meselesidir.

‘’Kendi düşen ağlamazmış ve bir insanın kendi kendine yaptığını bir köy toplansa yapamazmış.’’ Ne diyordu üstat ‘’Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen, hem yolunu kaybedersin, hem dostunu! Velhasıl demem o ki dostlar; bu koreografinin sonu daha şimdiden kötü oldu ve seçimin ilk kaybedeni maalesef siyaseten intihar eden Sn. Abdullah Gül oldu…