Madagaskar… Güney Afrika’nın devasa adası, doğa harikası… 90 milyon yıl önce kıtalar birbirinden ayrılırken Hindistan yarımadasından koptu ve o zamandan çok yakın zamanlara kadar dünyanın geri kalanından izole bir halde kaldı. Bunun doğal bir sonucu olarak, adadaki doğal yaşamın yüzde 90’ı dünyanın başka bir yerinde yok. Madagaskar’da ilk yerleşen insanlar yaklaşık 2500 sene önce Endonezya’dan geldiler. Nasıl geldikleri hala tam olarak aydınlatılabilmiş değil.
Madagaskar az çok kendi yağında kavrulurken o dolup taşan dünyevi hırslarıyla ve tabi ki medeniyetleriyle ve de insan haklarıyla Afrika’nın diğer tarafından kopup gelen Fransızlar adayı işgal ettiler ve dökülen onca kandan ve gözyaşından sonra ada 1900’lerin başında yazık ki bir Fransız sömürgesi haline geldi. Ve 1960’a kadar da öyle kaldı. Madagaskar 1960’ta bağımsızlığını kazansa da üzerindeki Fransız etkisi günümüzde de epey ciddi seviyede.
Madagaskar bugün epey fakir bir ülke… Kişi başı milli geliri 500 doların altında. Halkın çok büyük bir kısmı fakir… Neden?
Bu soruya bu zamana kadar genelde tam da sömürgecilerin kendisi cevap verdi. Avrupa merkezli bakış açısı dediğimiz şey tam olarak bu. Katilin aynı zamanda hâkimlik yaptığı demokratik bir sistemden söz ediyoruz. Fakat bizim artık bu soruya, tüm o Avrupa merkezli bakış açısının getirdiği saçmalıklardan zihnimizi arındırarak cevap vermemiz lazım. Mesela şunlara ne dersiniz?
Fransa Madagaskar’ı ele geçirdikten sonra ilk olarak bir “kelle vergisi” koydu. Bu vergi hem çok ağırdı hem de sadece tam da Fransızların bastığı Malagazi frankı ile ödenebiliyordu. Yani Fransızlar, hem parayı basıyor hem de bu parayı daha sonra Malagazilerden vergi olarak topluyordu. Bu verginin adı ise “impot moralisateur” yani “ahlak kazandıran vergi” idi. Evet, Fransızlar Malagazilere iş ahlakı kazandırıyorlardı. Peki bunu nasıl yapıyorlardı?
Bu vergi hasat zamanından hemen sonra toplanıyordu. Çiftçilerin bu vergiyi ödeyebilmelerinin tek yolu da elde ettikleri hasadın önemli bir kısmını yine aynı dönemde Fransızlar gözetiminde bölgeye gelen Çinli ve Hintli tüccarlara satmaktı. Fakat, tahmin edebileceğiniz gibi, hasat zamanı pirincin fiyatının en düşük olduğu zamandı. Çiftçiler bu yüzden, zaten ağır olan vergiyi ödeyebilmek için elde ettikleri hasadın önemli bir kısmını satmak zorunda kalıyorlardı. Sonuçta da aradan birkaç ay geçince bu sefer yiyecek bir şeyleri kalmıyor ve kendi sattıkları pirinci -bu sefer çok daha yüksek bir fiyata ve faizli borçla- söz konusu tüccarlardan satın almak zorunda kalıyorlardı. Sonuçta da çiftçiler hızlı bir şekilde borç batağına saplanıyorlardı. Bu borcu ödeyebilmenin neredeyse tek yolu ise… Fransızların adadaki plantasyonlarına çiftçilerin çocuklarını çalışmaya göndermeleriydi. Böylece Malagaziler yavaş yavaş çiftçilikten koptular ve Fransızların plantasyon ve fabrikalarında ucuz işgücü olarak çalıştılar. İşte Fransızların Malagazilere iş ahlakı kazandırma planı buydu.
Fransızlar bu planla bir taşla iki kuş vurdular. Hem çiftçilerin elindeki hasadı çok ucuz fiyata satın aldılar hem de Malagazileri çok ucuza kendi fabrikalarında çalıştırdılar. Malagaziler açısından bakalım: Fransızlardan önce kendi ürettiklerini yiyorlardı. Fransızlar geldi ve daha azını yiyebilmek için çok daha fazla çalışmak zorunda kaldılar. Fransızlar bu vahşete de kısaca iş ahlakı kazandırma vergisi dediler. Vahşice, zalimce, insafsızca…
Madagaskar neden bu kadar fakir diye sormuştum başta. Cevap biraz da şurda: Fransa’nın kişi başına milli geliri 41.000 dolar. Bu zenginlik kolay elde edilmiyor, değil mi? Sermaye birikimi nasıl sağlanacak ki?
Ve Madagaskar sadece küçük bir örnek… Dünyanın geri kalanını sömürerek semiren bir “medeniyetten” söz ediyoruz.
Geçen haftalarda Mısır’ın kanlı diktatörü Sisi Fransa’da cumhurbaşkanı Hollande tarafından çok güzel ağırlandı. Almanya şansölyesi Merkel de Hollande’dan geri kalmadı, üstüne bir de 8 milyon avroluk antlaşma yaptı Sisi ile. Ve bizler de bu duruma çok şaşırdık. Aslında asıl şaşkınlık verici olan bizim şaşırmamızdı. En vahşice ve zalimce işleri yaparken dahi -insan vicdanını delicesine kanatarak- en güzel işi yapıyormuşçasına bir tutum takınmayı ahlak edinmiş bir kültürün (Malagazilere nasıl ahlak kazandırdıklarını hatırlayın), bugün demokrasi, özgürlük ve insan hakları diyerek etmedikleri zulmün kalmamasına ve Sisi gibi eli kanlı diktatörleri koruyup kollamalarına neden şaşırıyorsunuz ki?
İşte bunlar için yer sofrasına oturup evin ahalisiyle çorbaya kaşık sallayan ve kendi halkının çıkarlarını savunan devlet başkanı tahammül edilemeyecek adamdır. Ve onlar için Malagaziler ne kadar çiftçiyse Erdoğan da onlar için o kadar diktatördür. Ve Sisi de o kadar demokrasi kelebeğidir.