Gurbette yaşayan her insan gibi biz de fırsat buldukça memleketimizi ziyaret ediyoruz. Rabbimizin emri gereği tuttuğumuz oruçların akabinde gelen Ramazan (Fıtır) Bayramı vesilesiyle yine memleket yollarına düşmüştük. Kazasız belasız yaptığımız yolculuk sonucunda vardığımız Malatya’da anne-babamızın hayır dualarını da alarak bayram ziyaretlerimizi de yaptık elhamdülillah.
Yazımızın burasına küçük bir anekdot ilave etmek gerekiyor. (Öyleyse akşam ve sabah vaktinde Allah’ı tesbih edin (münezzeh kılın)!) mealindeki Rum Suresi’nin 17. ayeti kerimesi olan “Fe subhânallâhi hîne tumsûne ve hîne tusbıhûn(tusbıhûne)” ayetini Bediüzzaman Hazretleri’nin tefsir sadedine Sözler isimli eserinin 9. Söz’ünde güzelce izah etmiştir. Paralelcilerin kumpasıyla büyük sıkıntılar çeken müfessir Mehmet Doğan (Molla Muhammed Kersi) Hoca Efendi, bu esere çok güzel bir şerh yapmıştı. Tahşiye Yayınevi’nden neşredilen kitabı bayramdan önce iştahla okumuştum.
OKUDUĞUM KİTABIN ZEKÂTINI VERMEYE ÇALIŞTIM
İstanbul’dayken görüştüğümüz işadamı Cebrail Sülük Beyefendi, Pütürge’de olacağımı öğrenince beni köyüne davet etmişti. Ben de bu nazik davete icabet etmek adına bayramın birinci günü ikindi vakti Deredüzü köyüne gittim. Deredüzü köyünde okuduğum, bu kitapla aldığım ilmin zekâtını verme imkanını da buldum.
Okuduğum eserde; bütün mevcudatın namaz kıldığını ve Cenab-ı Hakk’ın irade sıfatından gelen tekvini bütün emirlere mevcudat-ı âlemin uyduğunu insanların ve cinlerin de mevcudatı âleme kardeş olmasının yolunun ancak teklifi emir olan namazdan geçtiğini vurguluyor. Şöyle ki; Bazı melekler Peygamber (asv) rivayetlerine göre kıyamete kadar kıyamda, bazı melekler kıyamete kadar rükûda, bazısı kıyamete kadar secdede, bazısı ise kıyamete kadar kuud yani teşehüddedir. Aynen öylede bütün ağaçlar kıyamda, dört ayaklı hayvanlar rükuda, sürüngenler secdede dağlar ise kuud yani teşehüddedir. Demek insan kıldığı Namaz da kıyam, rükû, secde ve kuud yapmakla, hem halife olduğunu, hem bütün mevcudatın yaptığı ibadetlerin halitasını çizdiğini, hem de Namazda okuduğu Fatiha suresinde geçen “İyyake na’budu ve iyyake nestain”(Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım bekleriz ” de ki “biz” ifadesiyle bütün mevcudatın yaptığı ibadeti, Peygamberimizin (asm) miracının gölgesi altında onlar namına Cenab-ı Hakk’a ilan ediyor. Ve onlara bir nevi imamlık yapıyor. (Kitabın mahiyeti hakkında geniş tafsil isteyenler www.tahsiye.com adresine müracaat edebilirler.)
Ben konuyu bu şekilde anlatırken, Cebrail Sülük Bey tasavvufi bir tabir olan “18 bin âlemden” bahsederek sohbetimize farklı bir boyut kattı. Cebrail Bey’in bu sözleri takdire şayandı.
SERDE GAZETECİLİK VARYA?..
Bu güzel sohbetin ardından, gazetecilik adına bir şeyler yapma ihtiyacı hissettim. “Mademki Deredüzü köyüne gelmişiz, mademki Sülük ailesine misafir olmuşuz, Sayın Mikail Sülük’le röportaj yapmadan dönmeyeyim” dedim. Sağ olsun Mikail Bey bu isteğimizi geri çevirmedi. Gündeme dair güzel bir sohbet geçti aramızda. Siyasetteki bazı handikaplar ve çözüm yollarıyla ilgili bu sohbeti, Allah nasip ederse önümüzdeki günlerde yayınlayacağız.
Kuzunun üstünde kimin adı yazıyor? (II)
Paralelcilerin kumpasıyla büyük sıkıntılar çeken müfessir Mehmet Doğan (Molla Muhammed Kersi) Hoca Efendi, bu esere çok güzel bir şerh yapmıştı. Tahşiye Yayınevi’nden neşredilen kitabı bayramdan önce iştahla okumuştum…
GÜZEL BİR TEVAFUK OLDU
Pütürge ziyaretimizde davet daveti kovalıyordu. Yaptığımız telefon görüşmesinde Deredüzü köyünde bulunduğumu öğrenen Erol Taş Kültür Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Abuzer Yıldız, şahsımı önceden organize ettiği pikniğe davet etti. Bu davete Sülük ailesinin de davetli olduğunu öğrenince, arabamızın yönünü Sıtma Pınarı’na (Goni Tae) doğru çevirdik.
Sıtma Pınarı, Pütürge merkeze yaklaşık 45 kilometre mesafede bulunuyor. Abuzer Yıldız Bey’in daveti üzerine gittiğimiz bu mekân muazzam manzaralara sahip. Doğa ile iç içe olduğumuz bu yer hakkında daha önce çeşitli müspet rivayetler duymuştum. Orada, Sıtma Pınarı’yla ilgili bazı rivayetleri de Hacı Sülük Ağabey’den büyük bir zevkle dinledik. Demir ağırlıklı olan bu su, o yörede ve çevre illerde geçmişten bu yana meşhur olmuştur. Hasta olarak gelen birçok kişiye şifa kaynağı olmuş bu su, hem içiliyor, hem de banyoda kullanılabiliyor. Bu şifalı sudan içmek ve abdest almak elhamdülillah şahsıma da nasip oldu.
TERZİ MAHMUT AĞABEY’İN İLGİNÇ HİKÂYESİ…
Abuzer Yıldız beyefendinin nazik davetiyle iştirak ettiğimiz bu piknik organizasyonunda yapılan ikramlar, terzi Mahmut ağabeyin bir hikâyesini aklıma getirdi. Malatya’da halen terzilik yapan Mahmut ağabey, mukaddes görev için hacca gitmiş. Mekke’de öğle namazını kılan Mahmut ağabey, camiden çıkarken bakar ki terliğinin yerinde yeller esiyor. Kendi kendine, “Sen Mahmut’san bu terliği bulursun.” der. Çırmıhtılı olan Mahmut ağabey, ikindi namazını da aynı camide kılar. Namazın akabinde tesbihat yapmadan dışarı çıkar ve terliklerini karşısında görür.
Terlikleri kimin aldığını bulmak amacıyla bekler orada. İhtiyarın biri gelip terlikleri giyer. Mahmut ağabey, ihtiyarı takip etmeye başlar. Tam otele gireceği anda, Mahmut ağabey ihtiyarı durdurur. İkisinin arasında şöyle bir konuşma geçer:
-Bey amca ayağında ki terlik benim
– Hayır, senin değil benim.
Tartışma iyice hararetlenir. Münakaşa neticesinde tansiyonlar tavan yapar. Çıkan ses üzerine kalıplı bir genç koşarak gelir. İhtiyarın oğlu olduğu anlaşılan bu genci gören terzi Mahmut ağabey, oradan kaçarak uzaklaşır. Sonrasında ise kendi kendini düşünür, “Böyle mukaddes bir beldede ve böyle mukaddes bir zamanda, bir terlik için ihtiyarın kalbi kırılır mı?” diye der kendi kendine.
Neticede bir hediye alarak ihtiyarın gönlünü almaya karar verir. İhtiyarın kaldığı otele giderek, durumu otelin idarecisine arz eder. İdareciyle birlikte ihtiyarın bulunduğu kata çıkarlar. Mahmut ağabeyi gören ihtiyar öfkeyle yemek yediği sofradan kalkar. Bu durum karşısında otel idarecisi olaya müdahale ederek, ihtiyarı teskin ederek, “Bey amca gelen kişi sana misafirliğe gelmiş. Misafir hiç böyle karşılanır mı?” der.
Bu söz karşısında sakinleşen ihtiyar terzi Mahmut ağabeyle barışır. Elinde ki hediyeyi ihtiyara veren terzi Mahmut ağabey müsaade ister. Müsaade vermeyen ihtiyar, terzi Mahmut ağabeyi ısrarla yemeğe davet eder. Yemek teklifini kabul etmeyen terzi Mahmut ağabeye ihtiyar tarafından yumurta büyüklüğünde bir patates verilir. Patatesi alarak dışarı çıkan terzi Mahmut kendi kendine şu manidar sözü mırıldanır: “Ey patates madem senin üzerinde terzi Mahmut yazıyor da bu kadar belayı başıma niye getirdin?”
Demek yediğimiz yemeğin, içtiğimiz suyun, teneffüs ettiğimiz havanın ve yaşadığımız suyun Kader-i ezeli tarafından tespiti var. Sadece bu hususu idrak eden insan, ister istemez Allah der
KUZUYA YAZILAN İSİM VE MEHMET ÜNAL’IN RÜYASI…
Abuzer Yıldız’ın kestiği kuzuya Kader-i Ezeli olan Cenab-ı Hak bizim de ismimizi yazmış ki o kadar yolu kat ederek geldik Sıtma Pınar’a. Vesile olanlardan Allah razı olsun.
Tam ben bu düşüncelere dalmışken, telefonum çaldı. Arayan kişi değerli iş adamımız Mehmet Ünal beydi. Hasbıhal ettikten sonra önceki gece gördüğü bir rüya sebebiyle aradığını ifade etti. Hayırdır inşallah diyerek rüyayı dinledim. Mehmet Ünal Bey, beni çeşme başında bir şeylerle meşgulken görmüş rüyasında. Yine hayra yorarak, Mehmet Ünal beye o andaki bulunduğum yeri ve ortamı arz ettim. İkimizde gülerek birbirimize dua edip telefonu kapattık. Bu arada yaptığı ikramlardan dolayı Erol Taş Kültür Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Abuzer Yıldız Bey’e teşekkür ederim…