Uyuyan bazı kötü hücreler seçimden sonra yeniden canlanmaya başladı. Daha doğrusu uyandırılmaya başlandı.
15 Temmuz kalkışması bir turnusol etkisi meydana getirmişti. Artçıları oldu; ekonomik kıskaç, Suriye meselesi vd.
Bunun süreği olarak, seçim sonuçları üzerinden yeni bir kargaşa tezgâhı kurulmaya çalışılıyor.
En dikkat çekici olanı ise…
Neredeyse 15 yılın en yalama olmuş iki kavramı ‘kutup’, ‘kutuplaşma’ histerisinin yeniden ısıtılmaya başlanması…
Kutup ne, kim kimi kutuplaştırıyor?
Bu tartışmalarda kim nasıl mevzi alıyor, bu iş kime yarıyor?
Haklı olsak da olmasak da biz özür dileyeceğiz. Biz kimiz? Bu ülkenin yerlileri… Neden? Çünkü ülkenin asıl sahipleri onlar…
Bu yüzden galip gelsek de zaferimizin tadını çıkaramıyoruz. Çıkarmaya başladığımızda ise bize ‘kutup dolması’ yutturmaya çalışıyorlar. Çünkü sokaklar onların, meydanlar onların, mekânlar onların, sevinç çığlıkları onların… Her bir şey onların malı!
Şu soruları birlikte soralım:
Bu ülkede laik – dindar ayrımını kim yaptı?
Kamusal alanı kim uydurdu?
Başörtülü kızları üniversiteye kim almadı?
Her şey normale dönüyor ama beyzadeler hâlâ kutuplaşma, kutuplaştırma iması ile ipi gerip duruyor.
Evet, bir kutuplaşmadan söz edebiliriz: Ülke konusunda, millet konusunda, devlet konusunda, bayrak konusunda…
***
Teniste bir kural vardır: Rakibin zayıf noktasına oynarsın ve puan alırsın. Ama bir süre sonra rakibin senin hep aynı noktaya oynadığını anlar ve önceden pozisyon alır. İşte o zaman güçlü tarafına oynarsın. Aslında güçlü tarafın bazen zayıf yanın olabilir. Oyunu kazandıran ise pozisyonları okuman, stratejik davranman ve rakibin aklını karıştırmandır. Yani her hamle ile onu şaşırtmandır.
Şimdi özeleştiri zamanı…
Diyelim ki seçim sonucunu masaya yatırdık. Tek suçlu olarak teşkilatı gördük. Ne yapacağız? En kolayı ekibi cezalandırmak! Hadi cezalandıralım. Takım oyunu ve sistem kurulamazsa ekip değişse neye yarar ki. Başarı yine gelmeyecektir.
Şişli örneği ortada… Mustafa Sarıgül’ün silip süpüreceği duygusu önceden satın alınmıştı. Sonu hüsran…
Kapı kapı dolaşalım…
Meydan meydan gezelim…
Televizyon ekranlarından inmeyelim.
Her gün bütün gazetelere manşet olalım…
Her seçimde 25 yıl önceki yerel sorunları anlatalım: Su kıtlığı vardı, çöp dağları nefes aldırmıyordu…
Bu söylem 25 yaşındaki bir genç için hiçbir anlam ifade etmiyor. Kaldı ki insan zihni çabuk unutur. Baskın bir duygu ya da olgu bir ay önceki hali bile unutturabilir.
Yetmiyor işte…
Anahtar kelime: Yenilenme/ yenileşme…
Ortada büyük bir başarısızlık yok ama ciddi sinyaller var.
Eğer hedef 2023 ise ona göre hazırlanmalı. Sistem öne çıkarılmalı. Ekonomik başarı yeniden yakalanmalı. Çünkü toplum paranın tadına vardı. Kapitalizmin keyfini sürmeye alıştı. Buradan dönüş olmaz.
Bir de yüzde 33’lerle iktidar olunabilen bir sistemden yüzde 50’lere yükselen bir sisteme geçildi. Bunun zorluğunu da hesaba katarak yeni sistem ve yeni söylem geliştirilmeli.
Son günlerde “Başkan Erdoğan partiyi fabrika ayarlarına döndürecek mi?” soruları yükseliyor Hatta böyle olmasını isteyen ciddi bir kesim de var.
Ama sorulması gereken doğru soru bu değil…
Doğru soru, “Acaba yenilenme ve yenileşme ne zaman ve nereden başlayacak?” olmalı.
Bu konuda Büyük Akif’in “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” dizeleri yol göstericidir.
Yani, yeni sistem ‘asrın idraki’ne uygun temeller üzerine inşa edilmeli…