Bıkmadan altını çizelim:
Türkiye; modern savaş stratejilerinin deneme tahtası olan bir coğrafya.
Kan, gözyaşı ve ihanetin “demokrasi ve özgürlük’’ gibi manipülasyona açık cafcaflı mefhumlar üzerinden hüküm sürdüğü ‘’stres’’li bir ülkede yaşıyoruz.
Yediğimiz ekonomik operasyonlar da cabası…
Finans-kapital diktatörlüğün sömürü politikalarından bağımsız bir varlık iddiası, bu topraklar için şimdilik pek mümkün değil. Mümkün olması için yapılan her girişime engel olan bir muhalefet demografisine sahibiz. Bu gerçeği çok iyi bildikleri ve hatta başarıyla kullanabildikleri için böyle üstümüze geliyorlar.
Dünya değişiyor…
Üniversel politika dengelerinin ABD ve Avrupa ekseninden kaymaya başladığı artık çok açık.
Türkiye, bu karmaşık süreçte gittikçe daha büyük bir rol üstleniyor.
Kaba tabirle; sattığı SİHA’larla dünya siyasetine yön veren bir Türkiye’yi, içinde yalnızca mutfakta verilen savaşın konuşulduğu basit bir üçüncü dünya ülkesine çevirmek istiyorlar.
Maalesef geri dönüşü zor bir yola girdik. Dünyanın geneli için durum böyle. Kriz Türkiye ile sınırlı değil. Ama halkı bir raddeye kadar ikna edebilirsiniz.
Mikro seviyede hissedilmeyen tüm o makro büyümeler, günün sonunda ‘’hayat pahalılığı’’ olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomik açıdan Türkiye’nin çoğunluğunu kapsayan ‘’orta sınıf’’ için dahi hayat şartları giderek zorlaşırken, yoksul kesimin yaşadığı buhran artık dayanılması güç bir hale geliyor.
O kadar girift bir labirentin içindeyiz ki, devlet tarafından atılan somut adımlar bile makul neticeler veremiyor. KDV, gümrük vergisi gibi masraflar minimuma indirilse bile ticaret mafyası arsızca milleti boğuyor. (Şahsen, devlet hazinesini boşaltıp fırsatçılara alan açan bu uygulamayı çok verimli bulmuyorum.) Sırf gıda sektörü değil, tekstil, kırtasiye, enerji ve sair bütün ticaret sahaları korkunç bir hale geldi.
Bu noktaya nasıl geldiğimize daha önce değindim.
Sonra yine değinmek istiyorum.
Tüm bunların dışında… Koparılan bir yaygaranın nelere mal olabileceğini aşağı yukarı yirmi yıldır görüyoruz. Birkaç gün önce yaşanan sıvı yağ curcunası, bunun sadece alelade bir örneği aslında. Medyanın yalnızca konvensiyonel medyadan, televizyon ve matbu gazetelerden ibaret olmadığını AK Parti kadrolarına ve belli bir yaşı geçmiş seçmenlere anlatmak güç oldu. Bu konudaki çalışmalar henüz çok taze. Hatta halen gerekli sürat yakalanabilmiş değil. Spekülatif bir dedikoduya verilen devlet reaksiyonu 2-3 gün sonradan geliyor. Dakikaların bile önem kazandığı Yeni Dünya’da bu hantallıktan kurtulmak şart. Uzun yıllar ‘’sosyal medya gerçeği yansıtmıyor’’ kolaycılığına sığınanlar, bugün gençleri laf anlamamazlıkla, cahillikle suçluyor. 20 yılda verilen büyük mücadelenin reklamı doğru düzgün yapılamadı. Diğer tarafta ise, şatafatlı medya propagandalarıyla 20 yıldır zehirlenen muazzam bir kalabalık bugün oy verecek yaşa geldi.
‘’Yok işte İletişim Bakanlığı şöyle çalışıyor, böyle aktif…’’ gibi hezeyanlar illa ki olacaktır. İletişim bakanlığının fonksiyonel sıkıntıları, hedef kitle seçimindeki inatçı yanlışlar, hiç kazanılmayacak kütleleri tatmin etmek için kaybedilen kitleler vs…
Bu konulara da şimdilik girmiyorum.
Şu an için tek beklentim, devlet ricalinden gelen ‘’halkımıza operasyon çekenlere biz de operasyon çekeceğiz’’ tonundaki çığlıkların yerini bulması.
Devlet ve millet ile alay eden ihanet ‘’sermaye’’sinin, kurusıkı tehditler yerine radikal darbelerle karşılaşmasını istiyorum.