“Muhakkak Kur’an’ı biz indirdik ve O’nu biz koruyacağız.” (15 Hicr 9) 

Son yıllarda ne acıdır ki Sünnet üzerinde oyunlar oynanıyordu. Onlarla ehil âlimlerimiz mücadele ederken şimdi de Kur’an-ı Kerim üzerinde ileri geri konuşmaya/yazmaya başladı bazıları. Ne acıdır ki bunlar ilahiyatçı, makam ve mevki ya da şöhret sahibi kişiler. Kimlere nasıl alet olduklarını hiç görmeden kör bir halde yürüyorlar. Her konunun her yerde anlatılıp/yazılmayacağını düşünemeyen gafiller mi bunlar, yoksa hainler mi, en iyisini Allah (cc) bilir.

Allah tarafından manaca Efendimize indirildiğini ve Efendimizin de O’nu kelime ve cümle kalıplarına döktüğünü iddia edecek kadar büyük ve felâket bir ifadeye cür’et etmek kimin haddine? O’nun tarihselliğinden bahis açmak ne büyük dalalet. Kıssalarının temsil olduğunu söylemeye kalkışmak nasıl da gülünç bir durum; bunca tarihi gerçekler de onları açıkça ortaya koyarken. İyi ki DİB Din İşleri Yüksek Kurulu buna acilen cevap verdi ki okumaya değer.

Artık dini konularda herkes yazıp anlatmamalı. İnsanlar nasıl da sapkınlığa götürülüyor ki bu açıkça görülmektedir.

Bilelim ki insanların sapıtmamaları ve doğru yola ulaşabilmeleri için Allahu Zü’l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, kullarına daima mübarek kelâmlarını Peygamberleri vasıtasıyla bildirmiştir. Ama ne yazık ki evvelki ilahi kitapları insanlar tahrif etmiş ve Rabbimiz lafız ve manasıyla mucize olup lafzı ve manası bizzat Kendisine ait olan Kur’an-ı Kerim’i nazil buyurmuştur. Kaldı ki diğer ilahi kitaplar da böyle inmiş ama insanlar onları tahrif etmiştir.

İşte yüce Kelam-ı İlahi Kur’an, mütekâmil ve mümtazdır. O eşsizdir ve kıyamete kadar taptaze bir şekilde her çağa seslenecek ve her derde deva olacak haldedir. Kendisine müracaat edecek her insan ve toplumu daima karanlıklardan nûra ve aydınlığa çıkaracaktır. Çünkü O’nun ilk emri ilim olmuştur, Allah’a davet olmuştur ve hidâyet olmuştur. O, bütün çağlara hitap eder.

O ne bir insan ve ne de bir melek sözüdür. O, Âlemlerin Rabbi Allah katındandır ve O’nun sözüdür.

Bir bilim adamı yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:

“Dünyaca meşhur jeoloji ilmi üstadlarından Prof. Dr. Alfred Croner’la kendi alanıyla ilgili konuları konuşmak için bir araya geldik. Kendisi, meşhur jeoloji ilim adamlarını tenkit etmekle ün salmıştır.

Kendisiyle buluştuk ve birkaç âyet ve hadis zikrederek meseleye girdik. Görüşmemizden sonra gerçeği itiraf etti ve:

“Bu Kur’an’ın, okuma ve yazması olmayan Muhammed tarafından yazılması mümkün değildir. Bu bilgileri o çağlarda insanların bilmesine imkân yoktur” dedi.

Sonra bu işe o kadar sarıldı ki Kur’an’ın ilâhî bir kitap olduğunu ispat etmek için misaller vermeye başladı. Prof. Croner, yaptığı incelemelerden ve âyetlerle hadisleri mütalaa ettikten sonra bize fırsat vermeden anlatıyordu. Verdiği misallerden birisi:

“Kâfirler, gökler ve yer birbirine bitişikken, onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı bilmezler mi? Hâlâ îman etmiyorlar mı?” (21 Enbiyâ 30) âyetinin işaret ettiği gerçekti.

Yer ve göklerin başlangıçta bitişik olduğu ilmî gerçeğinin on dört asır önceden insanlar tarafından keşfedilmesinin mümkün olmadığını, sadece bu âyetin dahi Kur’an’ın Hz. Muhammed (sas) tarafından değil, insanüstü bir kaynaktan yani ilâhî kaynaktan olduğuna kâfî geldiğini anlattı.”

İşte buna dair Kur’an’dan bazı âyetler. Yani insanüstü bir kaynaktan geldiğine dair işaretler:

 “Kitap, azîz ve hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir.” 45 Câsiye 2.

 “Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.” 41 Fussilet 42.

 “(Resûlüm!) De ki: Onu göklerde ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” 25 Furkan 6.

O Peygamber ki, ümmî idi. Yazıdır, kitaptır bilmezdi:

 “İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.” 42 Şûra 52.

Evet, O, Allah’ın kelâmıdır. O’na uyan Rabbinin emrine uymuş, O’nu terkeden Rabbini terk etmiştir ki o insan da sonsuz âleminde terk edilecektir. Kör olarak huzura getirilecek ve yüzüne bakılmayacaktır:

 “Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim, der.

(Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!” 20 Tâhâ 124-126.

İÇERİĞİ

Kur’an-ı Kerîm, son peygamber Hz. Muhammed’e (sas), Allah (cc) tarafından Cebrail aracılığıyla nâzil olmuş ve O’ndan tevatür yoluyla nakledilmiş olan kudsî kitaptır. 114 sûreden mürekkep olan bu ilâhî kitap (6136) âyeti muhtevîdir. Âyetlerin her biri ve tertipleri, tevatür yoluyla sâbittir. Peygamberimize Allah’tan nasıl gelmiş ise, Peygamberimiz de bize aldığı gibi nakletmiştir, bir kelime eksik ve ziyâde edilmemiştir. O günden bugüne kadar da böylece devam edip gelmiştir.

Dinler tarihinin tetkîkinden anlaşılıyor ki; tarihî belgelere (vesikalara) ait bütün şartları taşıyan mukaddes ve ilâhî kitap, ancak Kur’an-ı Kerîm’dir. Kur’an-ı Kerîm, Allah’ın kadim ve ezelî kelâmıdır.

Kur’an bizzat Allah’ın kelâmıdır. Bunda melek ve peygamber sadece bir vasıtadır. Peygamberimizin Allah Teâlâ’dan vahiy sûretiyle nakleylemiş olduğu âyetler, zamanında binlerce sahabe tarafından ezberlenmiş, husûsî memurlar tarafından yazılmış ve böylece tevatür vukua gelmiş, peygamberimizden tevatür yoluyla nakledilmiş ve bu tevatür yüz binlerce, milyonlarca insan tarafından zamanımıza kadar devam ettirilmiştir. İşte bunun içindir ki; Kur’an-ı Kerîm bütün tarihî vesikaları cami’ ve her veçhile tahriften uzak bulunmuştur. Hiçbir münkir, hiçbir karşıt insan, Kur’an-ı Kerîm’i Hz. Muhammed’den (sas) başka bir kimseye izâfe ve isnâd edemiyor ve edemez. Bunu tebliğ edenin O olduğunu, Allah’tan aldığı gibi bize tebliğ eylediğini kabul etmemek imkânsızdır.

Bugün yeryüzünde milyonlarca insan tarafından en büyük hürmet gösterilen ve her evde en yüksek mevki işgal eden bu Kitab-ı Kerîm, her yerde aynıdır. Hz. Peygamber’den (sav) îtibaren her devirde yüz binlerce insan tarafından ezber edilmiş olduğu gibi, bugün de öyledir. Allah’a çok şükür bugün yeryüzünde binlerce hafız vardır ve kıyamete kadar da bulunacaktır. 1400 (küsür) senedir bütün saflığı, berraklığı ve asâleti muhafaza edilmiş, bir tek harfi bile değişmemiş tek kitap, ancak Kur’an-ı Kerîm’dir. İşte bunun içindir ki; Kur’an-ı Kerîm geldikten sonra diğer din kitaplarının hükmü kalmamıştır. Kur’an-ı Kerîm, Muhammed (a.s.)’ın ebedî bir mûcizesidir. (Akseki, A. Hamdi, İslâm Dîni, D.İ.B.Yay., Ankara 1975.)

80-81.)

OKUNMAKLA İBADET SEVABI ALINANDIR KUR’AN

Aslî kaynağımız olan Kur’an-ı Kerim’in pek çok tarifleri yapılmakla beraber, şu tarif daha çok kabul görmüştür:

“Allah tarafından Rasûl’ü Muhammed’e (sav) gönderilmiş, sahîfelerde yazılmış, okunmasıyla ibadet yapılan, Nebî’den (sav) bize şek ve şüphesiz tevâtür yoluyla nakledilmiş ilâhî bir kitaptır.”( Zeydan, Abdülkerim, İslâm Hukukuna Giriş, (çev. Ali Şafak), Kayıhan Yay., İstanbul 1995, s. 277.)

Birileri çıkıyor, anlamını bilmedikçe okunmasının ne faydası var diyor. Sanki kendisi anlamını bildikçe çok güzel mi amel ediyor? Nice anlam bilmeyen kişiler vardır ki takvaca daha üstündür. Şimdi güya anlamını bilenlerin /anlamlara ulaşanların durumlarını görüyor ve diyoruz ki ‘keşke okumasaydı.’

Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan (cc) Rasûl’ü Hz. Muhammed’e (sav) tevâtür yoluyla indirilen bu ilâhî kitap şüphesiz ki insanlığın hidâyeti için gönderilmiştir. Kur’an bizzat kendi ifadesiyle gerçeği defalarca haber verir.

Bilindiği üzere Kur’an, kendisinin ilk sûresi olup namazlarımızın her rekâtında okuduğumuz Fatiha’nın altıncı âyetinde buna dikkatlerimizi çeker. Her mü’min “Bize doğru yolu göster” duasını okur.

İkinci sûrenin ikinci ayetinde ise şöyle buyrulur:

 “O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” 2 Bakara 2.

Hidâyet etmek ve tarif etmek arasında önemli bir fark vardır. Tarifte; bir yeri güzel bir şekilde îzah etmek varken hidâyette, tarif edilen yere bizzat götürmek anlamını da görürüz. İşte Allah’ın (cc) eşsiz kitabı, kendisine tâbî olan müttakî kulları tabiri caizse ellerinden tutarak Allah ve Rasûl’üne ve dolayısıyla cennete götürür. Bu sonuçta kurtuluş vardır, ebedî saadet vardır.

“Müttakîlere hidâyetin ta kendisidir” ifadesinde gördüğümüz ittikâ, vikâyeyi (korunma) kabul etmek, başka bir ifade ile vikâyeye girmektir. Vikâye ise aşırı korumacılık, yani acı ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini iyice korumak demektir. O halde lûgat açısından ittikâ veya onun ismi olan takva, kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, özetle kendini iyi sakınıp korumak demek olur. Bunun gereği olarak korkmak, kaçınmak, sakınmak ve çekinmek mânâlarına da kullanılır. (Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili 1/161.)

Zaten Kur’an-ı Kerim’in gönderiliş maksadı da insanların hidâyete ulaşması demiştik. Bu konuda daha pek çok âyet-i kerîme mevcuttur. Şüphesiz ki insanları uyarır, korkutur ya da nasîhat ve müjde eder. Bütün bunlarla maksadı yine onların hidâyetidir. Yani hak yola, Allah ve Rasûl’ünün yoluna yöneltmektir. İşte bu konuda bazı âyet-i kerîmeler:

 “(Bu), kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın.” 7 A’raf 2.

 “Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.” 16 Nahl 64.

 “(Resûlüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar (bu sayede günahtan) korunurlar; yahut da o (Kur’an) kendileri için bir ibret ortaya koyar.” 20 Tâhâ 113.

 “Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.” 41 Fussılet 4.

Görülüyor ki Kur’an bütün bu âyetlerinde, hem tarifinden bir kısmını ve hem de maksadını ortaya koymaktadır.

KUR’AN BÜTÜN İNSANLARA HİTÂP EDER

 “Bu (Kur’an), insanlar için belgeler, kesin olarak bilen toplum için hidâyet ve rahmettir.” 45 Câsiye 20.

 “Bu, insanlara bir açıklama, sakınanlara bir rehber ve bir öğüttür.” 3 Âl-i İmran 138.

 “Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbiniz’den kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nûr indirdik.” 4 Nisâ 174.

 “De ki! Ey insanlar! Rabbiniz’den size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren kendisi için doğru yola girmiş, sapan da, kendi zararına sapmış olur. Ben, sizin bekçiniz değilim.” 10 Yûnus 108.

 “Elçisine doğruluk rehberi (Kur’an) ve bütün dinlere üstün kılmak üzere hak din ile gönderen O’dur. Şahid olarak Allah yeter.” 48 Fetih 28.

 “Ey peygamber! Biz seni hakîkaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” 33 Ahzab 45.

O MEYDAN OKUR

Kur’an-ı Kerim bambaşka bir icaza sahiptir. Gerek bu yönden ve gerekse manâ yönünden daima eşsizdir. Arapçayı iyi bilen bir insan bu hakikati daha iyi anlayacaktır.

Dil ve üslûbu bambaşka olduğu gibi, ihtiva ettiği ilimler, gizlediği icatlar, hakikat ve sırlarla; insanoğlunun yaradılışını, beden ve ruh yönünü anlama ve anlatma cihetinden yine tekdir. Bizim koskoca gördüğümüz kâinat ve idrak edemediğimiz binlerce âlemin, O’nun nazarında bir sinek kadar hükmü yoktur. Çünkü O; âlemlerin yoktan var edicisinin sözleridir. Allah’tan daha iyi bilecek mi var?

İşte bunun içindir ki, inkâr edenlere apaçık meydan okur:

 “De ki: Andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins-ü cin bir araya gelseler,

 “Yoksa, “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin!” 11 Hud 13.

Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” 2 Bakara 23.

Pek tabiidir ki buna hiç kimse ya da kimseler ne güç yetirebilmiş ve ne de yetirebileceklerdir! Buna yeltenenler ne kadar güçlü şair, hatip ve edebiyatçı olsalar da sonuçta ya teslim olmuşlar ya da helâk olup gitmişlerdir.

Allah’ın (cc) Yüce Kitabı’nı tarafsız bir şekilde inceleyen Fransız Prof. Dr. Maurice Bucaille şöyle demişti:

“-Çalışmalarım neticesinde Kur’an-ı Kerim’in Allah kelâmı olduğunu kabul ettim ve 1976 yılında yayınladığım Kur’an ve Bilim adlı eserimle birlikte Müslüman olduğumu açıkladım.”

Gibbon da O’nun hakkında şöyle demişti:

“-Kur’an-ı Kerîm, Allah Tealâ’nın birliğini ispat eden en büyük eserdir.”

Ve büyük âlimimiz İmam Gazali Hazretlerinin bir tespiti:

“-Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü bilmeyen, Kur’an-ı Kerim’in büyüklüğünü anlayamaz. Allahü Zü’l-Celâl’in yüceliğini anlamak için de, O’nun sıfatlarını ve yarattıklarını düşünmek lâzımdır. Bütün mahlûkatın sahibi, hâkimi olan Allahu Azimü’ş-Şân’ın kelâmı olduğunu bilerek Kur’an-ı Kerim’i okumalıdır.”

Benzerini getirmek şöyle dursun, hiç kimse O’nun bir harfini bile değiştirememiş ve değiştiremeyecektir. O, bu konuda da şöyle meydan okur:

 “Muhakkak Kur’an’ı biz indirdik ve o’nu biz koruyacağız.”

(15 Hicr 9)

O halde O’nu okumalı ve hayata geçirmeliyiz. İşte bu konuda şöyle buyrulur Efendimiz şahsında bizlere:

 “Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” 18 Kehf 27.

İnsanoğlu, Kur’an-ı Kerîm’e yaklaştıkça idrak eder ve idrake ulaştıkça da kıymetini anlar. Daha O’nun keşfedilmemiş binlerce mucizesi vardır. Keşfedilenlerin kaynağı ise O’dur. İşte Batı, bunu yine kendi ilim adamının ifadesiyle şöyle itiraf ediyor:

“İslâm Dîni’nin kaynağı olan Kur’an’da cihan medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki; bugün bizim uygarlığımızın, Kur’an’ın bildirdiği temel kâideler üzerine kurulduğunu kabul etmemiz gerekir.”

Kur’an-ı Kerim’in maddi medeniyetinden faydalanan Batılılar, keşke manevi cephesi olan iman ve ahlâk medeniyetini de alabilselerdi ne iyi olurdu.

Fransız ilim adamı Kaptan Custo, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının, binlerce seneden beri Cebelitarık Boğazında birleştikleri halde, karışmadıklarını görünce çok şaşırmıştı. Sonra bu hakikatin 1400 küsür sene önceden Kur’an-ı Kerimde bildirildiğini işitince şöyle demişti:

“- Modern ilmin on dört asır geriden takip ettiği Kur’an, ben şehadet ederim ki Allah kelâmıdır.”

Evet, bu hakikat Kur’an-ı Kerîm’de şöyle haber verilmişti:

“-İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.” 55 Rahmân 19-20.

 “Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O’dur.” 25 Furkan 53.

Şüphesiz böylesi nice örnekler mevcuttur.

Hak ve hakikati görmeyenlere Rabbimiz hidayet versin.

Tabii ki onlar yalancılar ve zalimlerdir. Bu gerçek bir gün apaçık bir şekilde gün yüzüne çıkacaktır:

 “Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de:

İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir!” 11 Hûd 18.

 “Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar. De ki: Size bundan (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha kötüsünü bildireyim mi?

Cehennem!

Allah, onu kâfirlere (ceza olarak) bildirdi. O, ne kötü sondur!” 22 Hacc 72.

 “Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.” 41 Fussilet 40.

“SİZİN EN HAYIRLINIZ”

Meşhur bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buharî, Fedâilu’l-Kur’an, 21) 

Allah Rasülu (sav) Efendimiz, bütün İslam coğrafyasının onu öğrenmesi gerektiğini bu müjdeyle bildirmişti.

Evet. İnsanoğlu cüz’i iradesiyle dilediğini yapar dünya hayatında ama gün olur huzuruna gelir Rabbinin.

Ya sonuç?

Rabbimiz âkıbetimizi hayr eylesin!