Cebelitarık Boğazı’nın güneyinden başlayıp İskenderun Körfezi’ne kadar uzanan Akdeniz kıyı şeridi uzun süreden beri, çok parametreli dinamik süreçlere sahne olmaktadır. ‘İmparatorlar denizi Akdeniz’ tarihin her safhasında büyük kavgalara ev sahipliği yapmıştır. Bugün de aynı vaziyetin devam ettiği görülmektedir. Endüstrileşmiş ülkelerin statülerini koruyabilmeleri ve rekabet güçlerini artırabilmeleri; güvenilir, sürdürülebilir ve ucuz enerji kaynaklarına bağımlı hale gelmiştir. Günümüzde Akdeniz kıyı hattı bu nedenle jeopolitik öneme sahip coğrafi bir bölgedir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’den Fas’a kadar uzanan Akdeniz kıyı şeridinin kontrol altında tutulması, enerji güvenliği bakımından stratejik bir hamle olarak değerlendirilmektedir.

Gelişmiş ekonomilere sahip Batılı ülkeler, Ortadoğu’nun siyasi ve askeri istikrarsızlığından ekonomik açıdan zarar görmemek adına, Basra Körfezi yoluyla tedarik ettikleri petrol ve doğalgaz için güvenli yeni alternatif yollar arama ihtiyacı içindedirler. ABD ile İran arasındaki anlaşmazlığa mutedil bir görüşle yaklaşmalarını sağlayan yine bu gerekçe olmuştur. Dolayısıyla enerji kaynaklarının, Ortadoğu’nun riskli bölgelerinden daha güvenilir ve istikrarlı bölgelere aktarılması, üzerinde ciddiyetle durulan bir projedir. Proje kapsamında Ortadoğu enerji kaynaklarının boru hatları vasıtasıyla Doğu Akdeniz kıyılarına ulaştırılarak buradan dağıtımının yapılması düşünülmektedir.

Bölgedeki siyasi manzaraya enerji penceresinden bakıldığında, Doğu Akdeniz’de 40 kilometrelik bir kıyı şeridine sahip, küçük bir toprak parçası olan Gazze Şeridi için neden bu kadar kan dökülmekte olduğu daha kolay anlaşılmaktadır. Gazze Şeridi, Filistin’in Akdeniz’deki son toprak parçasıdır. Bir taraftan Gazze Şeridi’nin enerji nakil projelerinde oynadığı stratejik rol, diğer taraftan Gazze Şeridi’nin deniz alanlarında keşfedilen doğalgaz rezervleri, İsrail’in bu bölgeye karşı kontrolsüz ve orantısız bir güç kullanılmasına yol açmaktadır. Hatta denilebilir ki İsrail’in Gazze siyaseti, Filistin ile Akdeniz arasındaki irtibatı kesmek üzerine kuruludur.

Bilindiği üzere İsrail, 5 Haziran 1967’de başlayan Altı Gün Savaşları’nda Sina Yarımadası, Batı Şeria, Gazze, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’ni ele geçirmiştir. Her ne kadar İsrail, Gazze Şeridi’nden 2005 yılında istemeyerek geri çekilmiş olsa da halen deniz ve hava sahalarını kontrol altında tutmaktadır. Demek ki İsrail açısından Gazze’nin ekonomik ve jeopolitik bir değeri vardır. O halde sorun, Gazze Şeridi’nde yaşayanlar değil, burasının enerji projelerine ilişkin konumudur. Bu durumda Gazze Şeridi’nden İskenderun’a uzanan sahil şeridini yeni enerji koridoru olarak adlandırmak mümkündür. Musul-Kerkük petrolleri ile Basra petrollerinin Akdeniz’e ulaştırılması; Doğu Akdeniz gazının Avrupa ve Afrika’ya nakledilmesi; Hazar ve Rus petrol ve doğalgazının Avrupa ve Afrika’ya ulaştırılması yönündeki projelere kulak verildiğinde, Doğu Akdeniz kıyılarının ne denli bir ehemmiyet arz ettiği anlaşılabilir.

Büyük güçlerin enerji merkezli politik hesapları yüzünden Filistin, 4 Haziran 1967’de belirlenen sınırlar temelinde, egemen, bağımsız, kalıcı, iki devletli bir çözüme bir türlü yaklaşamamaktadır. Benzer koşullara Kıbrıs’ta da rastlamak mümkündür. Yeni enerji güzergâhları üzerine kurulu olası hesaplar, adaya yeni bir enerji hinterlandı kazandırmıştır. Bu hinterlandın güvenliği nedeniyle adanın hem bölgesel rolü hem de küresel statüsü köklü bir değişikliğe uğramak üzeredir. Sonuçta, gelişmiş ülkelerin artan enerji kaygıları, enerji güvenliğini ön plana çıkarmaya, insani güvenliği ve barışı ikinci plana atmaya devam etmektedir.