24 Haziran seçimleriyle birlikte Başkanlık Sistemi’nin şematik açılımında yer alan Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu açıklandı.

Her ne kadar “kültür” kavramının dün turizm, bugün sanat ile yan yana kurumsallaştırılmasından rahatsızlık duysam da, “yeni şeyler söylemek lazım” diyerek; Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’nun alacağı kararları, gerçekleştireceği projeleri ve uygulamaları merakla bekleyenlerdenim.

Kültür, varlık kadar yokluğun, kolaylık kadar zorluğun, imkân kadar imkânsızlığın doğurduğu şartlarla biriken değerler bütünüyken, bizim ülkemizde turizmin, sanatın ve politikanın normal şartlar üzerinde gerçekleştiğini düşünüyorum.

Bizler ki, 15 asırlık İslâm, 7 asırlık Osmanlı kültürünün mirasçıları olarak, muhteşem bir kültür birikimine sahibiz. Böylesi derin ve böylesi kadim birikimlerimizi temsil eden “kültür” kavramını tek başına ele almak gerekliliğine inanıyorum.

Elbette sanat ve turizm de derin kültürümüzün içinde ehemmiyetli bir yer tutuyor. Ancak, bizi diğer dünya ülkelerinden ayıran köklü kültürümüz yemekten giyime, adaptan erkana, şiveden lehçeye, hasılı hayatın içine sirayet eden her ahvale varıncaya kadar çok geniş bir yelpaze barındırıyor. Bu kadar geniş bir alan söz konusu iken ve henüz Maslow Teorisinde yer alan “Fizyolojik, güvenlik, aidiyet-sevgi, değer ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçları” ülkemizin en ücra köşesinde ve en büyük şehrinde aynı şartlarda gerçekleşmedikçe sanat ile halkımızın bazı kesimleri arasında hep bir mesafe olacaktır.

Barınma, beslenme, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılanması ülkemizin her köyünde, her kasaba ve ilçesinde, her şehrinde eş değer ölçüde karşılanmadıkça sanat hep bir konfor ve hep bir özenilen, ancak ulaşılması zor ve masraflı alan olarak kabul görecektir.

Ne vakit, özel okullar kapanır, geleceğimizin mimarı yavrularımız, vatanımızın doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine aynı şartlarda eğitim alır…

Ne vakit medeniyet tasavvuru kurarken, eğitim kurumlarımızda yavrularımız, resim, müzik, spor, edebiyat şiir yoksunu olarak mezun olmaz, bu alanlarda köklü çalışmalar yapılır da, söylemek ile eylemek arasındaki tutarsızlığımızdan kurtuluruz…

Ne vakit, körü körüne çok kazanmanın başarı olduğu iddiasından vazgeçip yetenek merkezli eğitim yerleşir…

Ne vakit, yavrularımız sınav sancısı çekmeden fıtri kodlarına uygun üniversitelere yerleşebilir…

Ne vakit, dağda resim yapan çobandan, şiir yazan genç kızdan haberdar olduğumuzda ellerinden tutup atölyeler sağlayabiliriz…

Ne vakit, oryantalistlerin asimilasyon projesi olmaktan kurtuluruz…

Ne vakit, başka ülkelerin moda esintilerinden, müptela eden kötü alışkanlıklardan, bencillik, vurdum duymazlık rüzgarlarından etkilenmez, başkalarını kendi rüzgarımızda savurmayı başarırız…

Ne vakit, bilgi bombardımanına tutulduğumuz seminer, sempozyum, panel gibi çalışmalara uygulamalı, bilginin pratiğe döküldüğü ve katılımcıların özgün kaldığı atölyelerde irfan ve hikmete talip oluruz…

İşte o zaman kültürümüzü dilediğimiz alan ile entegre edebiliriz.

Mesela, ben yaşadığım şehrin sokaklarında, öz kültürümüzden ve asli kaynaklarımızdan söz eden bir manzara göremiyorum. Siz görebiliyor musunuz?

Bundan sonra görür müyüz? Dilerim…

Tüm bu düşüncelerime rağmen, Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’nda yer alan isimler umudumdur. Her biri birbirinden değerli isimleri ya şahsen tanıyor ya da çalışmalarını takip ederek gıyaben eserlerinden biliyorum.

Ayrıca kültür ve sanat çalışmalarının politik alanda özel bir kurul ile temsili, eskisinden daha iyi imkân ve imtiyaz sağlayacağını umuyorum.

Hasbihalim ile birlikte kurulda yer alan her bir ismi kutluyor, milletimiz için hayra vesile çalışmaların hayata geçirileceğine inanıyorum.