Kültür değişmesi ve yozlaşma: Bir çıkış var mı? (I)

Kültürel aşınmanın faturasını gençlere kesmek, sebeplerle değil, sonuçlarla uğraşmaktır. Yozlaşma, kültürel istila veya kültürsüzlüğün istilası, gençlerin başa çıkabileceği veya kolaylıkla farkına varabilecekleri bir hal değil. Onların geçmişle veya kültürel değerlerin temel referans kodları çerçevesinde kıyaslama imkânlarının daha dar olması dolayısıyla gündemlerinde olması onlardan beklenemez.

Pekiyi, bu istila kimin derdi olmalı veya kimin umurunda olmalı? Başka kültürler tarafından işgal edilme veya yoz kültürsüzlük kültürü tarafından işgalin izlenmesine ciddi devletler asla izin vermezler. Gerçekçi ve tutarlı bir çizgide kültür politikaları izlerler.  

Artık içinden geçilen yeni zamanların “küreselleşme dönemi” ile birlikte, bütün kültürleri kuşatmaya alan ve kaçınılması daha zor farklı bir aşamaya geçilmiş oldu. Küreselleşmenin ekonomik ve ticari yönü, kültürlerin aşınarak standart ve tek renge dönmeye başlaması ve küresel kazanda erimesiyle dolaylı ilişkilidir. İşin İktisadi ve ticari boyutu üzerinde öncelikle iktisatçıların kalem oynatmaları umulur.

Amerikan tarzıyla başlayan ve zamanla onu da aşan kimliksiz karma küresel kültürün/veya kültürsüzlüğün, yerel bütün renk ve tınıları yok eden dayatmacı ve ezici hücumu karşısında bütün dünya teslim olmuş vaziyette. Bu yeni kültür istilası, Avrupalı aydınlar, akademisyenler, sanatkârlar, filozoflar ve politikacılar tarafından da ortak Avrupa kültürünü ve Avrupa’daki milli ve yerel kültürleri asimile etmesi yönüyle şiddetle eleştirilmektedir.

Milletlerin kültürlerinin temelleri olarak artık inanç, örf ve adet ile dilin yanında, değer yargıları, davranış kalıpları, idealler ve semboller de anılıyor. Şüphesiz inanç, milli kültürü şekillendiren en önemli faktörlerden. İnançlar, örf ve âdeti şekillendirdiği gibi, giyimden, mutfak kültüründe olması gereken ve olmaması gerekenleri belirleyen ve sosyal hayatın birçok alanında izleri olan bir amil olarak dikkat çekiyor. Mesela Müslüman veya Yahudi mutfağında domuz etinin olmaması; geleneksel kıyafetlerde örtünmenin sınırları; kullanılan günlük dilin içinde sövme, dedikodu, çekiştirme gibi yasaklanan veya uygun görülmeyen formların engellenmesi, genel ahlak anlayışı gibi bileşeneler inancın kültür üzerinde şekillendirici etkilerinden bir sadece kaçı.

Mutfak kültürü ve yeme içme alışkanlıkları üzerinden kültür değişmesini örnekleyecek olursak Amerikan kültürünün sembolik ve öncü kolları olan kola ve fast food tarzı, bu konudaki kazanımlarını bütün dünyada neredeyse başarıyla tamamlamış ve yerel kültürlere karşı galebe çalmıştır.

Afrika, Arap ülkeleri, Balkanlar, Rusya veya Çin’de gençlerin yeme içme alışkanlıkları istatistiklerle değerlendirilirse dönüşümün istikametinin ne yönde olduğu görülür. Dünya çapında ünlü mutfaklar olan Türkiye, Fransa, Suriye, Çin veya Japonya bile bu hızlı dönüşümün birer mağduru durumundadır. Konu sadece Amerikan firmalarının yayılması gibi finansal boyuta indirgenilmemeli, onların izleyicisi olan yerli firmaların da rağbet gören bu ürünleri kopyalamada hızla onları taklit ve takip etmeleridir. Böylece bu taklit ve tekrarlar, milli veya yerel kültüre bir katkı sağlamadığı gibi, başka bir kültürün daha hızlı yayılmasının koltuk değnekleri olmaktan öte bir şeye yaramamaktadır.

Her kültürel alışkanlık, insanların hayat tarzlarını etkilerken; değişen hayat tarzları da diğer alışkanlıklarımızı değiştirmeye devam ediyor. Beslenme alışkanlıklarının değişmesinin bunun da ötesinde etkileri olmakta ve bu değişim şöyle bir beklenmedik karşılıklı etkileşimi ortaya çıkarmaktadır:

Kullanılan araçlar, usuller ve değişen alışkanlıklar hiç umulmadık noktalarda bizleri kültürel değişime zorlayabiliyor. Kapitalist ilişki tarzları ve özellikle metropol kültürü fast food ve kola ile örnekleyebileceğimiz ayak üstü atıştırma alışkanlığını arttırırken evlerdeki sofra kültürünün ya da ocak başı muhabbetlerini,  yemekli dost meclislerini yerinden ediyor. Bu ise sözlü gelenek ve muhabbetin devam edegeldiği sohbet ortamlarını, televizyon ve şimdilerde internet ve sosyal medya tarafından neredeyse tamamen saf dışı bırakıyor. Hızlandırılmış metropol hayat tarzı, sofra başında geçirilen uzun zamanların yerine, ayaküstü atıştırmayı getirmiş oluyor. Türkiye metropolleri, sağlıklı geleneksel yiyecekler yerine, ev dışında yeme alışkanlıklarının gün geçtikçe artmaya başladığı ve içinde “kazan kaynamayan” ve neşeli aile sofralarının kurulduğu evlerin olmadığı bir çölleşmeye doğru evriliyor.

Diğer yandan milli kültürün en önemli bileşenlerinden olan koruyucu zenginleştirici bir ortak kültüre odaklanan dil politikası geliştirilememesi kültürel aşınmanın ihmale uğrayan diğer bir boyutudur.

Mesela sinema filmlerinin hatalı çevirileriyle dilin tahribi kadar önemli diğer bir husus daha var. Jest-mimiklerin ve yüz ifadelerinin standartlaşması konusunda şu ana kadar hiçbir yazı ve konuşmaya rastlamadım. Ancak her milletin jest ve mimikleri birbirinden bariz şekilde farklıdır. Özellikle gençlerden başlayarak film karakterlerinin jest ve mimikleri üzerinden bir yabancılaşma yaşanıyor. Taklit aşamasından geçerek benimsenmiş ve kimlik haline gelmiş jest mimikler, yüz ifade tarzları, günlük hayatımızda bazen şaşırtıcı bir çiğlikte ve yabancı karakterlerle yüz yüze gelmemize sebep oluyor. Çoğunluk bu değişimin farkında bile olamadan bu süreç muhtemelen tamamlanacak…

(Devam edeceğiz…)