Geçtiğimiz hafta haber ajanslarında yer alan bir gelişme oldukça dikkatimi çekti. Haberin konusu kısaca şu: Küçük ada ülkeleri, yüksek emisyon salınımı yapan ülkelerle karşı karşıya geldi ve bu ülkelerin iklim değişikliği nedeniyle sorumluluklarının ne olduğu sorularını mahkemeye yöneltti. Mahkemenin konu hakkındaki görüşlerinin uluslararası hukuku şekillendireceğini belirten uzmanlar, davanın iddialı bir hukuki talep olduğunu söylüyor.

Küresel Karbon Projesi (GCP) verilerine göre, Türkiye karbon salınımında 13. sırada yer alıyor. İşte bazı ülkelerin karbon salınımı sıralaması:

Çin – 11 milyar 472 megaton

ABD – 5 milyar 7 megaton

Hindistan – 2 milyar 710 megaton

Rusya – 1 milyar 756 megaton

Japonya – 1 milyar 67 megaton

...

Türkiye ise 446 megaton karbon salınımı ile 13. sırada bulunuyor. Bu veriler, ülkemizin iklim değişikliği ile mücadelede yaşadığı zorluklar hakkında bir ipucu veriyor aslında.

Cumhurbaşkanımızın önceki gün Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmadan alıntılar da paylaşmak istiyorum. Sayın Erdoğan’ın kullandığı İfadeler Türkiye'nin iklim politikasını ve küresel iklim değişikliği ile mücadeledeki taahhütlerini vurguluyor:

"İklim değişikliğine bağlı küresel sıcaklık artışının 1,5 santigrat derece ile sınırlı tutulabilmesi giderek zorlaşıyor. Bunun şartlarından biri kalkınmakta olan ülkelerin çabalarının finansal ve teknolojik olarak desteklenmesidir. Gıda güvenliği; iklim değişikliğinden etkilenen alanların başında geliyor. Su ve toprak kaynaklarının sürdürülebilir kullanımına yönelik doğru politikalar ve yatırımlar geliştirip uygulamalıyız."

Bu sözler bir anlamda, Türkiye'nin iklim değişikliği ile mücadelede sürdürülebilir politikalar benimsemeye ve kalkınma ile iklim korumasını dengelemeye yönelik üstlendiği sorumlulukları yansıtıyor.

Dünyanın her köşesinde, iklim değişikliği ve doğal afetler artık günlük hayatın bir gerçeği haline geldi. Türkiye olarak, bu sorunların üstesinden gelmek ve nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için ulusal ve uluslararası düzeyde çaba gösteriyoruz. ‘Küresel Sıfır Atık’ hareketi gibi inisiyatifler, iklim değişikliği ile mücadele konusunda attığımız adımların sadece bir kısmı. Gelecek kuşaklara temiz bir çevre ve kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden ödün vermeyen sürdürülebilir bir dünya miras bırakma taahhüdümüzü ülkece sürdürmeliyiz.

Peki, küçük ada ülkelerinin sorusu bir karşılık bulacak mı?

Küresel iklim değişikliği meselesini odağına alıp yöneltilen bu sorunun cevabı, uluslararası hukukta emsal gösterilecek bir karar olarak kayıtlara geçecektir. Eğer mahkeme, söz konusu ülkelerin iklim değişikliği nedeniyle zarar görmesi durumunda, yüksek emisyon salınımı yapan ülkelerin sorumlu tutulabileceğine dair bir görüş belirtirse bu uluslararası hukuk ve iklim değişikliği ile mücadele konularıyla alakalı, küresel ölçekli yeniden değerlendirme ve tüm dünya vatandaşlarının güvenli yaşam haklarını gözetecek bir çerçeve belirleme zorunluluğunun doğmasına vesile olacaktır.

Bu dava, sadece devletler arası bir anlaşmazlık değil, aynı zamanda insanlık için bir adaleti sağlama meselesidir. Küçük ada ülkeleri, kendi geleceklerinin yanında milyonlarca insanın yaşamını ve geleceğini de savunuyor. Eğer bu ülkeler su altında kalırsa gerçekten sorumlu kim olacak? Ne olursa olsun, yüksek emisyon salınımı yapan ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele hususunda daha fazla sorumluluk alıp iş birliği sahalarını genişletmesi gerekecektir.

Sonuç olarak küçük ada ülkelerinin sorusu, uluslararası hukukun ve iklim değişikliği ile mücadelenin geleceğini şekillendirebilir. Gelecek nesillere temiz bir çevre ve sürdürülebilir bir dünya miras bırakmak için uluslararası toplumun iş birliği ve taahhütleri artık daha da önemli hale gelmektedir.