Kitle iletişim araçları genellikle kolektif hafızayı nazar-ı dikkate alıyor.

Bunun sebebi ise çok açık.

İzlenme ya da okunma kaygısı.

Zira ayakta kalabilmelerinin en temel kaynağı olan reklam gelirlerini belirleyen kriter, izlenme oranları.

Kolektif hafızayı 10, 15 yaşına göre -biraz da artmış haliyle- değerlendiren içerik üreticileri, derin analizlere girmekten de bu sebeple endişe ediyorlar.

Toplumun entelektüel kapasitesi yüksek kesimi, daha derin içerik beklentisinde olsa da ne yazık ki toplumsal hafızada temsil ettiği oran bu beklentiyi realize edemiyor.

Belki çoğu zaman izlenme istatistiklerine dahil olmadığı için ya da sosyal medyada beğeni halini de izhar etmediği için, bu durum yine cehalet tarafında tecelli ediyor.

Yapılması gerek en önemli şey, toplumsal hafızanın idrak yaşını yükseltmek için okuma alışkanlığını artırmaktır.

Bugün yaşadığımız en büyük ve çarpıcı sorun, ekranlara bağımlı hale gelmiş kitleleri kitapla buluşturmaktır.

Paylaşımlara bakıldığında, kümülatif olarak ciddi bir okuma varmış gibi görünen sosyal medya, disiplinli bir okumadan bahsedilemediği için kolektif hafızanın gelişimine de pek bir katkı sunamıyor.

Zira dağınık bilgi kırıntıları, bırakın hafızayı beslemeyi, çok daha dağınık ve çarpık bir zihin inşa ediyor.

Daha çok beylik laflar ya da aforizmavari sözler üzerinde ilerleyen paylaşımlar, sadece büyük şahsiyetlerin zirvelerini yalayıp geçen ama onlara nüfuz edemeyen çiğlikleri temsil ediyor.

Künhüne varılamayan derin sözlerin, paylaşımcının hayatında bir yeri olmadığını da çok kısa bir gözlemle kavramak mümkündür.

Kişisel hesapları incelediğinizde çokça karşınıza çıkacak olan şey, yansıtılan “derviş”variliklerdir.

Fakat gerçek hayatın, sokaklara yansıyan halinde, bu dervişlere rastlamanız çok kolay değildir.

Bu durum aslında bir benlik bölünmesinin başka bir yönüdür; sahte ve gerçeklik arasında.

İnsanlar sosyal medyada, aslında müzeye kaldırdıklarını sergiliyorlar.

Evet, önemli şahsiyetlerin sözlerini değerli buluyorlar, özlem duyuyorlar ama onları moda bir türlü haline de getiremiyorlar.

Ayetler, Hadisler, Hz. Mevlâna, Yunus, Üstat Necip Fazıl Kısakürek ve daha nicesine ait sözler, sosyal medya vitrinlerini süslüyor; ama sadece o kadar.

Bir yanda bilgi üretiminin devasa boyutlara ulaştığı bir çağ, diğer yanda nefisleri ayartan parıltılı eğlence, konfor ve envaiçeşit yiyecek, içecek.

Oysa bilgi, konfordan vazgeçebilmeyi ve büyük bir zihinsel yükün altına girmeyi gerektirir.

İstediği hayat biçimi tutarlı, dengeli bir seyir izler.

Evet, krallar ve sultanlar çağında yaygın bir eğitim yoktu ama okuma imkânına kavuşabilenler de çok derinlikli şahsiyetler oluşturdular ve filozoflar ortaya çıktı.

Alexis de Tocqueville, “Demokrasiler yaygın eğitimle herkese fırsat eşitliği sundular ama aynı zamanda ortalamayı da düşürdüler” derken aslında bugünkü gerçeği mi işaret ediyordu?

Biz, harf inkılabı, dilde sadeleştirme, tarih ve gelenek icadı gibi ekstra şeylere de maruz bırakıldığımız için, çok daha kötü etkilenmiş olsak da bütün dünyanın başı “okumama, okutamama” ile derttedir.

Dünya sayısal olarak çoğalırken, teknik olarak ilerlerken, çok daha karmaşık ilişkiler üretirken; sosyolojik, psikolojik ve felsefi olarak da çok daha derin bakışlara ihtiyaç duyuyor.

Bu gerçek, nitelikli, derin, disiplinli okumaları dayatırken bunun tam tersi gelişen gerçeğin fotoğrafı, hepimizi düşünmeye davet ediyor.

Aksi halde gelecekte çok daha karmaşık, anlamakta zorlanacağımız için çözmekte de zorlanacağımız sorunlarla yüzleşmeye hazır olalım.

Zira akil hatta yeterince olgun bilgelere ihtiyaç duyacak sorunları, 10 ya da 15 yaşında bir toplumsal hafıza yaşı çerçevesinde üretilen metin ya da konuşmalarla çözemeyiz/çözemeyeceğiz…