Terör, terörist, terörizm kavramları tamamıyla göreceli bir hâl almaya başladı. Birine ya da bir topluma, ülkeye göre terör üreten, terörist olarak görülen kimseler örgütler, hatta devletler, bir başka birine, topluma, ülkeye göre terör üretmeyen, terörist olmayan olarak görülüyor.
“Uluslararası lügat” tamamen egemen, emperyal devletlerin varlığına ve faydasına hizmet ediyor. Müthiş bir adalet, hakkaniyet dejenerasyonu yaşanıyor ve bu egemen, emperyal devletler, kamuoyunu o lügat vesilesiyle yönlendiriyor, istediği güzergâha kanalize ediyor, tereyağından kıl çekmiş gibi görünüp filin zücaciye dükkanına verdiği zayiatı vererek işlerini yürütüyor. İşlerini yürütürken de “de*okrasi, özgürlük, hak-hukuk, insan hakları” gibi efsunî kılıfları kullanarak, eylemlerini meşrulaştırma, legalize etme yoluna gidiyor ve başarıyor.
Gerçek manâda terör, terörist, terörizm dediğimiz virüsün mutfağı, laboratuarı Batı’dır, AB/D’dir. Dünyanın neresine bakarsanız bakın, meydana gelen “arıza”ların neredeyse tamamı Batı menşeili, Batı kaynaklı.
Batı’nın, terörün, darbelerin, zulmün laboratuarı, mutfağı, kaynağı olduğunu anlamak için aşağıdaki kronolojik bilgilere (bu bilgiler, dostumuz, abimiz İsmail Kılıçarslan’dan alıntıdır) bakmak kâfidir.
-1950 Kore
-1954/1967 Guatemala
-1958 Endonezya
-1961 Vietnam
-1980 İran
-1991/2002 Irak
-1995 Bosna
-1998 Sudan
-2001 Afganistan
-Ve hâlihazırda Suriye…
(Darbeleri ve sömürüleri de detaylandırırsak yerimiz yetmez.)
Küresel sömürü, emperyal mekanizma, kendisine bağlılığını, biatini ifade etmeyen; “ayakbağı” olarak gördüğü yahut istediği “haracı” ödemeyi reddeden kişileri, toplumları, ülkeleri rahat bırakmaz, başına musallat olur. Bir yolunu bulur, virüsü bulaştırır, sonra da doktor önlüğünü giyerek, tedavi “vazifesini” ifa etmek için bütün marifetiyle çalışır, hünerini ortaya koyar! Etrafımız bunun örnekleriyle dolu. En son, körfez ülkelerini “maşa” olarak kullanıp “haraç” ödemeyi kabul etmeyen Katar’ı “terör desteği” ile itham ederek biate zorluyor.
Geçen haftaki yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Katar meselesinin perde arkasındaki hedeflerden birinin de Türkiye olduğu aşikâr.
Soru şu:
Katar’ı sahiplenerek, direnerek, direnişinde yanında olarak, teslim olmayarak, boyun eğmeyerek, eyvallah etmeyerek, bu hayâsız ithamı püskürtmek için çalışıp onurlu bir hedef olmayı mı seçeceğiz, yoksa (Kılıçdaroğlu’nun dediğini yaparak) Katar’ı yalnız bırakıp rezilce, zelilce, kendisini, avcısının insafına bırakan av gibi acizce sıranın bize gelmesini bekleyerek onursuz bir hedef olmayı mı? Bütün mesele bu…
Ressam Bob, “Şuraya da silaha eli değmemiş İhvan’a ‘terörist’ gözüyle bakıp, siyasi kanadı olduğu silahlı terör örgütü DHKP-C’ye utanmasa ‘STK’ diyecek bir çakma politikacı çizelim” demiş midir?!