Her şeyden önce Rusya-Ukrayna çatışmasını pürüzsüz analiz edebilmek şu an için zor. Pek çok dış politika yazarı, ‘’Ukrayna’nın şanlı direnişi’’ motiflerini kullanmaktan öteye geçemedi. Yaklaşık bir haftadır, oyun videoları, eski fotoğraflar, montaj görüntüler, vs. envai çeşit ‘’asparagas’’ sosyal medyada cirit atıyor. Bölgeden gelen, bizzat resmi kaynaklardan iletilen haberler bile gün aşırı değişiyor. Birbiriyle çelişen muazzam bir bilgi çöplüğü ‘’savaş’’ gündemini esir almış vaziyette…
Yeterince berrak olmamakla beraber son derece cılız başlayan yaptırımlar git gide artıyor. Fakat ABD ve AB ülkelerinin kullandığı ‘’nabza göre şerbet’’ üslubunun halen devam ettiği kanaatindeyim.
Bunun yanında, Ukrayna tarafından aktif kullanılan Türk SİHA’larının gereğinden çok ön plana çıkartılması rahatsız edici. Tescilli Türkiye düşmanı olan politikacılar, gazeteciler, kanaat önderleri bile devamlı BAYRAKTAR vurgusu yapıyor. Reel politik gerçekleri yansıtıp yansıtmadığı elbette tartışılır; fakat bu söylemler, zaten gözü dönmüş olan Kremlin’i Türkiye’ye karşı kışkırtacak, Türkiye’nin Rusya ile geliştirdiği savunma sanayii ilişkilerini aksatabilecek bir kıvılcım da çıkarabilir.
Nitekim Rusya ve Ukrayna ile olan stratejik irtibatını en az kayıpla sürdürmeye çalışan Türkiye, hibrit propaganda metotlarıyla sıcak savaşa dahil edilmek isteniyor. Bu yönde girilen çabalar iyice belirginleşmeye başladı.
Müzakere sürecinde de henüz somut adımlar atılabilmiş değil.
Özetle, arka planda kim ne kazanıyor net biçimde teşhis edebilmek şimdilik güç.
Kendini hümanist ve modern diye pazarlayan faşist Batı’nın mevzuya gösterdiği ‘’insanî’’ reaksiyon da beni şaşırtmadı. Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de, Arakan’da, Libya’da, Mısır’da, Kafkasya’da, Suriye’de, Balkanlar’da yaşanan dramları görmeyen, dökülen Müslüman kanını yobaz ideolojilere meze kılan, paramparça olan milyonlarca hayatı hiçe sayan pembe kıçlı beyazlar; topyekün zulüm karşıtı kesildiler.
Şaşkınlık krizini atlatamadılar. Bombaların, ‘’gelişmekte olan 3. Dünya ülkeleri(!)’’nden başka yerlerde de patlayabileceği gerçeğine alışmaya çalışıyorlar. Sanki dünya tarihinin en vahşi katliamlarında başrol oynamamış gibi…
Ama hepsinden çok, Türkiye’de muhalefet kılıfıyla global emperyalizmin köpekliğine soyunan siyasi odaklar canımı sıkıyor…
Putin’in post-modern çarlık hayallerine karşı en efektif cevabın iktidar değişikliğiyle olabileceğini söyleyen bir vizyona nasıl tahammül edilebilir ki? Hava harp sistemlerinin önemini sıcağı sıcağına tecrübe ettiğimiz şu günlerde dahi S-400’leri iade etmemizi isteyen bir kafayla hangi ortak noktada buluşabiliriz? PKK’ya ‘’terörist’’ diyemeyen, 15 Temmuz’u gizlendiği evde televizyondan izleyen bir haysiyetsizlikle nasıl barışabiliriz? Sürekli Akdeniz’de, Karadeniz’de, Afrika’da, Kıbrıs’ta, Çin’de ne işimiz var diye soran bir çapsızlığa ne kadar laf yetiştirebiliriz? Boğazlardaki nüfuzumuzu çok daha sağlam bir zemine oturtacak Kanal İstanbul’u basit bir ‘’rant’’ objesine dönüştüren o kirli ideolojiye ne söyleyebiliriz? Enerji krizinin ayyuka çıktığı şu dönemde bile nükleer yatırımlarımıza köstek olan ihanet hizipleriyle daha ne kadar savaşabiliriz?
İslâm dini ve Türkiye ile alay eden ucuz bir şaklaban olmaktan Ukrayna liderliğine tırmanan Zelenski’nin bile arkasında, onunla beraber silah kuşanmayı görev addeden bir muhalefet var. Hem de Zelenski’nin Ukrayna’yı bu hale sokan toy politikalarına rağmen…
Velhasıl, sarışın ve mavi gözlü olmasam da Ukrayna’ya acıyorum. Zulmün her türlüsüne her şartta karşıyım.
Fakat böyle bir muhalefetle yaşamak zorunda olan Türkiye’ye, öz vatanıma daha çok acıyorum.