Kendime ve topluma nasıl katkı sağlayabilirim? (II)
Pekiyi Antik Yunan’ın sofistleri gibi sürekli tartışma ve müzakere ile gelişen düşünce ve görüşler, “idrak” noktasına vardıktan sonra, topluma doğrudan bir katkı sağlayabilir mi? Şüphesiz ulaşılan bütün sonuçlar, sadece kaydedilen kitabî bilgiler olarak kalsalar da değerlidirler. Ancak bu emekler bireyin yanında, içinde yaşanan toplum ve insanlığın faydasına olan bir ürün ortaya çıkaramıyorsa gayretler “nafile” kalır.
İşte bunun için idrak ettiklerimizi orada bırakmayıp ileriye taşımak gerekir. İnsana faydası varsa, topluma faydası varsa konuşalım, dertleşelim, tartışmayalım ama üzerinde müzakere edelim, diğerleriyle paylaşalım. İyiye doğru gelişmenin ve ilerlemenin bundan başka bir yolu var mı?
Şimdi daha somut öneriler için şunları söyleyebilirim: gençlerin, orta kuşağın, hatta yaşlıların ellerinin altında bir okuma listesinin bulunması önemlidir. Önceden belirlenmiş bir okuma listesi dağınık, rastgele, odaksız ve abur-cubur bir okuma alışkanlığını önler. Odaklı ve insanın kendisini yetiştirmeye yönelik düzenli okumaların en güzel yolu, ya aynı konu üzerinde farklı yazarları okuyarak derinleşmek ya da aynı yazarın bütün eserlerini okumaktır.
Okuma listelerini oluştururken A ve B grubu şeklinde ikili bir ayrım da faydalı olabilir. A grubunda kendi değer, ideal ve kaynaklarınızdan oluşan bir liste; B grubunda ise sizin dünyayı doğru okumanıza ve algılamanıza katkı sağlayacak sizi sosyal, psikolojik ye da mesleki açıdan geliştirecek ikinci bir liste oluşturmak faydalı olacaktır. Bu arada Doğu ve Batı klasiklerinden her önüne geleni değil, fakat seçme yoluyla okumanın faydalı olacağı kanaatimi de paylaşmak isterim.
Günümüzde artık yılda on binlerce kitabın basılmaya başlandığı, intihal veya sağdan soldan toplamalarla ortaya çıkarılan derlemelerin kitap adıyla basıldığına şahit oluyoruz. Kuşkusuz bu el çabukluklarının kalıcı değeri olmayacak. Muhtemelen beş yıl sonra birçoğu anlamını bütünüyle yitirecektir. O halde, kitap okurken bunca zaman kıtlığı içinde emek ve fikir ürünü olan, “derdi olan” gerçek kitaplara vakit ayırılması akıllıca olur.
Okumalarda bir başka önemli yöntemin “mütalaalı” ve “müzakereli” okuma yoludur. Okuma grupları, okunan kitapların daha doğru anlaşılması veya farklı bakış açılarıyla yorumlanmasını sağladığı gibi yapıcı eleştirilerle fikri ilerlemeyi de sağlar. Bu açıdan, tek başına okumaktan bazen çok daha önemli olur.
Okunan her kitap, dünyayı yazarının gözüyle ve birikimiyle değerlendirmek gibi önemli bir imkân sunar. Bir yazarın yirmi beş yılda süzerek eleyerek çileyle oluşturduğu birikimini yaklaşık on saat içerisinde komprime olarak alabilme fırsatı iyi bir ayrıcalıktır. Bunun yanında, her yeni yazarla birlikte, yeni kavram ve kelimeler ile farklı bir üslupla tanışılması, okuma ile elde edilebilecek diğer bir kazançtır.
Bütün bunların yanında insanın diğer öğreticileri terk etmemesi gerekir. Tanıştığımız her insan büyük-küçük, kültürlü-kültürsüz, zengin-fakir, köylü-şehirli, duruşu, tarzı, anlattıkları ve anlatamadıklarıyla yeni bir şeyler öğretir. Aslında öğrenme amacıyla sağlanan her temas ve girilen ortam insan için öğreticidir.
Diğer bir öğrenme yolu da mekânın öğreticiliğidir. İçinde yaşanılan küçük ya da büyük her yerleşim birimi, öğrenme sürecine katkı sağlar. Özellikle, metropoller içinde kaybolunmadığı sürece öğrenmeyi hızlandıran ve yoğunlaştıran büyük “kazan”lardır. Mesela İstanbul, araştırma ve öğrenmeye açık bir göz için başlı başına iyi bir öğretmendir.
Bütün bu okuma, dinleme, müzakere ve öğrenme zahmeti çekmenin anlamı ve bir sonucu olmalı değil mi? O halde, nihayetinde varılan hangi sonuçlar daha önemlidir?
Bu köşe yazı dizisinin ilk bölümlerinde ifade edildiği gibi büyük bir öğrenme açlığıyla ne kadar bilgi ve tecrübe biriktirseniz biriktirin, diğer insanlara ve topluma katkı sağlamayan çalışmalar göreceli olarak daha az değerlidir. Ancak bu noktada emek ve göz nuru olan her çalışmanın mesela bir şiirin, bir kitabın, bir bestenin veya herhangi bir sanat eserinin müellifin “ürün sahibinin” kendisini rahatlatmak için ortaya çıkarsa bile toplumun diline, kültürüne, sanatına ve fikir dünyasına bir katkı sağladığını vurgulamak gerekiyor.
Kendimiz için yaptığımız her yatırım ve çalışma, muhtemelen bize bir şekilde döner. Toplumu düşünerek yaptığımız her yatırım ve çalışma da bize, çevremize ve geleceğimize dolaylı da olsa bir şekilde döner. Ayrıca kendimizi geliştirmeye yönelik atılan her adımın, toplumu oluşturan bir birey olarak kendimize olduğu kadar topluma da katkı sağlayacağını ifade etmek gerekir.
Gerçekten, topluma katkı için, çelişen birçok unsuru yan yana barındırmayı başarabilmeliyiz. Güçlü bir birey (fert) olurken, ekip çalışmasına açık olunmalı. Bireyliğimizle birlikte, sosyal bir varlık olarak toplumu umursayan; onun bir parçası olduğumuzu unutmayan bir çizgiyi devam ettirebilmeliyiz. Dünyayı tanırken yereli ihmal etmemeli; onu tanırken komplekse düşmeden tanımalı; bir yandan kendine ait değerleri keşfederken diğer yandan yeniliği üreten bir toplum olmanın yollarını bulmalıyız.