“Evvela işin tarih boyutunu öncelememiz gerektiği muhakkak. Bugünden yarına bir medeniyetin oluşturulamayacağı kesin. İkincisi mekân boyutu: Yeknesak bir halk, yer gibi unsurlarla medeniyetlerin oluşmadığı meydanda. Medeniyet havzaları ifadesinin sebebi biraz budur. Dikkatle bakıldığında birden çok etnik grubun bulunduğu yerler işaret edilir meseleye dair açıklık getirilirken. Pek tabi asıl önemli faktör ise medeniyetin kurucu gücü diyebileceğimiz motivasyonlar bütünüdür. Yani hangi saiklerin ifadesi olarak bir medeniyetten söz ediyoruz sorusunun cevabı.”
Fikri cereyanları aşan tanımlar arasında bir seçim yaptığınızda karşınıza en güçlü bir kavram/olgu olarak medeniyet çıkacaktır. Bugünün dünyasını anlamak, anlamlandırmak ve biraz da bizim açımızdan aidiyet ilişkisi geliştirmek adına zihin dünyamızda yer işgal etmesi elzem olan medeniyet, aynı zamanda sadece bizim değil İslam dışı unsurlara dair de bir tespit ve tahlil imkanı sunar. Kavramın ne’liğini sorguladığınız zaman sosyal bilimlerin tanımlama çeşitliliğine gelip toslamak ve yapılan tanımlardan bir tanım seçmek durumunda kalırsınız. Eğer iddianız, birikiminiz büyükse kendi tanımınızı yapar ve o tanım üzerinden açıklama getirirsiniz. Hemen şunu ifade etmeliyim ki ben de tanım noktasında klasik/ geleneksel düşüncenin tarifini benimsiyorum. Yani, yüzyıllar içinde oluşan farklı noktalardaki yaşam biçimlerinden hareketle ortaya çıkmış, belli bir motivasyon etrafında şekillenmiş, kurumsallıklar oluşturmuş, beynelmilel birikimler bütünüdür medeniyet. Sözünü ettiğimiz bu tarif ortak bir tanımın özeti olmanın yanında sanatı, fikri, siyaseti, toplumsallığı kapsayan bir şeydir. Yine ifade edeyim ki meseleye daha ziyade tanımlar ve kavramın serüveni üzerinden değineceğim.
Medeniyet denilince aklıma gelen ilk isimlerden Dr. Yusuf Kaplan kavrama ilişkin bir ayrıştırma bir tasnif yapmanın zorunluluğuna işaret eder. Bu bağlamda sivilizasyon ile medeniyet kavramlarının motivasyon ve dayanak noktaları bakımından farklılıklar arz ettiğini söyler. Kaplan, “Sivilizasyon ve medeniyet kavramları aynı zaman dilimlerinde üretilmiş kavramlardır ama bambaşka bir referans sistemine atıf yapan kavramlardır. Sivil kilise otoritesine karşı seküler alanların genişletilmesi çabasıdır… Medeniyet ise din, medine ve medeniyet arasıda hem tarihsel hem semantik hem de etimolojik olarak bir ilişki vardır” der. İbn Haldun medeniyeti/ umranı ‘bedeviyetten hadariyete geçiş’ olarak tarif ederek bir yerleşiklik vurgusu yapmıştır. 19. Yüzyılda tartışılmaya başlanan medeniyet olgusu üzerine çeşitli spekülasyonlar yapılmış batılı entelektüeller farklı düşünceler serdetmişlerdir. Meseleye dair İngilizlerin ‘parlak’ çocuğu Arnold Joseph Toynbee ‘insanlığın tarihsel yürüyüşü’ olarak tarif getirmiş, bu tarifi beğenmeyen Alman ekolünün temsilcisi Oswald Spengler medeniyeti ‘toplum ve kültürlerin bir tekrarı, boş bir kalıp, zahiri bir ihtişam ve nihayet bir kemikleşme ile belirgin hale gelen bir ihtiyarlık çağı’ olarak addetmişlerdir. Zaten Almanlar kültür sözcüğünü daha çok tercih etmiş ve kullanmışlardır.
Peki bir medeniyet nasıl oluşur üzerine bir soru ortaya attığımız zaman evvela işin tarih boyutunu incelememiz gerektiği muhakkak. Bugünden yarına bir medeniyetin oluşturulamayacağı kesin. İkincisi mekân boyutu: yeknesak bir halk, yer gibi unsurlarla medeniyetlerin oluşmadığı meydanda. Medeniyet havzaları ifadesinin sebebi biraz budur. Dikkatle bakıldığında birden çok etnik grubun bulunduğu yerler işaret edilir meseleye dair açıklık getirilirken. Pek tabi asıl önemli faktör ise medeniyetin kurucu gücü diyebileceğimiz motivasyonlar bütünüdür. Yani hangi saiklerin ifadesi olarak bir medeniyetten söz ediyoruz sorusunun cevabı.
Üç cihetten meydana geldiğini varsaydığımız medeniyet konusunda araştırma yapan isimler yaşayan ve ölü medeniyetler gibi bir tasnife gitmiş ve bugün -üzerinde genel itibariyle uzlaşılan haliyle- batı ve İslam medeniyetlerinin varlığından söz etmişlerdir/ etmektediler. Bu açıdan bakıldığında tüm araçlarıyla birden son üç asırda bilhassa maddi/teknolojik güç üzerinden bir üstünlük iddiasından kalkarak günümüze gelindiğinde kültürlerüstülük gibi bir saikle kendi hayat tarzını ithal eden batı medeniyeti, tarihten bugüne nasıl bir seyir izledi? Küreselleşme bir medeniyet iddiasının devamını niteliğini taşır mı gibi sorular oldukça kritiktir.
Zaman planından bakıldığında Hıristiyanlık/Kilise ve onun belli bir noktaya kadar şekillendirdiği bir batı tablosu çıkar karşımıza; tâki protestanlaşma sonrasında modernleşme bayrağı devir alıncaya dek. Dolayısıyla özellikle Kıta Avrupasında meydana gelen gelişmeler bir batı medeniyeti varsa şayet, onu oluşturan ana amillerdir demek mümkün bu durumda. Tabi Avrupa’nın Hıristiyanlaşması üzerinden yüzyılların geçmesiyle farklı birtakım sorunları da beraberinde getirmiş ve homojen bir görüntü vermekten uzak kalmıştır. Özellikle aydınlanma ve protestanlaşma hareketi ile beraber yaşam biçimlerini, siyaseti ve diğer unsurları belirleme noktasında kilisenin belirleyici olma vasfına karşı açılan savaş meyvelerini vermiş sonrasında oluşacak olan sekülerleşme hareketleri batı medeniyetine son şeklini vermiştir. Kendi tarihselliği içinde ortak ve farklı yönleri olmakla beraber kurucu gücün el değiştirmesiyle beraber tarih de değişmiştir. Kurucu/ taşıyıcı kuvvet dediğimiz medeniyetin ana motivasyonlar bütünü zamanla batı için gökten gelen değil yerden biten birşeye dönüşmüş profan bir yaşam tarzı ve seküler bir dünyayı doğurmuştur.
İslam medeniyetine bakıldığında öyküsünün batıdan hayli farklı bir yapıda olduğu görülür. Kendine has tarihe girişi, tarihi yapışı ve sürdürücüsü olması bakımından İslam medeniyeti sadece zaman algısında batıdan ayrılmaz aynı zamanda tarihe verdiği yönün istikameti bakımından da oldukça çarpıcı misaller koyar önümüze. Esasen ilk insandan başlayarak bir ‘taraf olmanın tarihi’ olarak niteleyebileceğimiz İslam medeniyeti son Peygamber ve ardıllarınca oluşturlan kurumsallaşmalar ile farklılıkları zenginlik olarak telakki eden bir yapıyı arz eder. Bu mekansallığı belirleyen ögelerin temelini oluşturur. Zira tüm insanlık tarihi boyunca dünya ile ukba arasıda mutedil bir düzlemi oluşturan İslam medeniyeti kendi müntesipleri için aynı zamanda bir iç yolculuğu şart koşmuş ve tarihte çok kısa sayılabilecek bir zaman diliminde pek çok noktada mesajına karşılık bulabilmiştir. Yine kurucu kuvvetin bizatihi vahyin kendisi ya da belli ölçüler dahilindeki yorumu olan medeniyetimiz toplumlara hayli dinamik bir ruh kazandırmış ve tüm tazyiklere rağmen ayakta kalma, iddia sahibi olma, umut olma gibi temel niteliklerini sürdürmektedir.
Son yıllarda kriz ve çatışma kavramlarıyla beraber anılmaya başlaması medeniyet meselesine olan ilgiyi farklı çalışma alanlarına evriltti. Batı medeniyetinin insanın/ toplumun varoluşsal sorunlarının üstesinden gelemediği problemlere cevap veremediği noktasında ciddi eleştiriler önce -ve belki hala güçlü biçimde- batılı entelektüeller tarafından iddia edildi. Endüstrileşme üzerinden tüketimin parçası haline gelen yığınların yaşam biçimlerini belirleyen temel parametrenin neredeyse tamamen fabrikasyonlar üzerinden oluşması önemli sorgulamaları beraberinde getirdi. İnsan ve toplum kavramları da maddi birtakım söylemlerle tanımlanıp batı tipi yaşam şekillenince manevi motivasyonların yok olmaya başladığı bir dönem gelip çattı batı için. Bu aynı zamanda batı dışı toplumları da kısmen de olsa içine alan bir süreci ifade ediyordu. İnsanı mekanize eden bu yeni durum insanın varoluşsal olarak ‘kendilik’ bilincinin erezyona uğraması demekti bu da tabi yolun sonunun geldiğini işaret ediyordu. Tarihsel arka planına bakıldığında buna benzer birçok hadisenin cereyan ettiğini gören düşünürlerin kimi zaman kaygıyla kimi zaman da hırsla önemli tespit ve tahliller yapsalar da bir çıkış kapısı bulma noktasından oldukça ıraktalar.
Soğuk savaş sürecinin ardından İslam toplumlarının dinamik yapısı, tarihten bugüne dünyaya kattıkları, her ne kadar son yüzyıllarda maddi/teknolojik olarak geri kalmış olsalar da, fikri anlamda tarihlerine referansla dünya sahnesine yeniden çıkacağına dair kanaat batı için İslam’ı dolayısıyla İslam medeniyetini hedef tahtasına oturtmuştur. Bir yandan demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi söylemlerle fikri olarak kendi etki alanlarını oluştururken diğer yandan şiddetle özdeşleştirerek İslam toplumlarının/fikriyatının/medeniyetinin yaygınlık kazanması ve tarih yapmasına karşı ciddi bir mücadele vermekteler. Bu çok yönlü tazyik tarih felsefecilerinden medeniyet araştırmacılarına kadar pek çok araştırmacının ana çalışma alanını oluşturmakta.
Medeniyet meselesinin alanını zihninizde ne kadar dar tutarak bir yazı kaleme alsanız da her zaman bazı yönleri eksik kalacaktır. Dolayısıyla tanım, içerik, üzerine yapılan tartışmalar ve söylenmesi gerekenler hususunda aceleci davranmadan yeniden medeniyete dair veri toplamak ve bunlar üzerinde kafa yormanın gerekli olduğu düşüncesindeyim.