İnsan bir garip hilkat… Akıl nimeti ile öğrenmeye, çok bilirliliğe haiz olduğu kadar, kendinde bulunana, çevresinde olup bitene tez körelip çabuk sağırlaşabiliyor.

Bu sebepledir ki, Âlemlerin Rabbi tarafından tüm yaratılmışlar arasında bir tek insan imtihana tabii tutulmuş.

Malum, “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür”. Bile isteye düşer gaflete, nadim olursa ne ala, olmazsa kötülük, çirkinlik, şerler buyur ola…

Nereye? Pek tabii, önce kendi ruhuna, oradan taşıp, sıçrayıp en yakınından, tüm hayata… Sonra, gelsin sağırlık, körlük, gelsin duyarsızlık, ardından zulüm…

Fert fert gayret etmedikçe, imani hassasiyetlere dikkat kesilmedikçe, toplumlar için, huzur ve asayiş berkemal olmayacak!

Çünkü, toplum ahlâkı, bireylerin, birbirine ve diğer canlılara olan hassasiyet seviyesi ile doğrudan ilişkilidir.

İslam coğrafyalarında bu hassasiyetin belirleyici dinamiği, hayatın tüm alanına temas eden, kıyamete kadar güncelliğini yitirmeyecek olan İlahi emirler bütünü Kur’an-ı Kerim’i rehber edinmek, Peygamber Efendimizin sünnetini kuşanmak ile mümkün.

Bir de, iyi insan olma, toplumsal duyarlılığı korumak için her insana bahşedilmiş muhteşem bir dinamik var ki o da “vicdan”.

Vicdan, Rabbin eliyle insanların kalbine nakşedilmiş bir mahkeme… Mahrem, mücerret bir iç dinamik.

Bu cisimden azade mahkeme, insanın kendisinin koymadığı fakat itaat etme zorunluluğu hissederek, yargısından kurtulamadığı yasalarla kendini hesaba çekiyor.

Ancak bu hesaba çekiş, belli kaidelerle kontrol edilmediğinde, ferdi vicdan yönlendirmelerin tesirinde kalarak ya kavmiyetçi (Bugünün İsrail/oğullarının, arz-ı mevhud ideali için insanları öldürmesi gibi…) yahut menfaatperest bir temayülle (Kiliselerin günah çıkartma metaforunun şantaj gereci olarak kullanılması gibi…) zarar ve ziyan vesilesi olabiliyor.

Günümüzde hayvan haklarını savunan pek çok derneğin, insan hakları noktasında duyarsızlıkları da vicdanın tarafgirliğe kurban gittiğinin resmini sunuyor bizlere…

Bu tür, vicdanı rahatlatmak gayreti ile atılan adımların bir denge içerisinde gerçekleşmemesi durumunda, kişiler huzur bulurken, toplum vicdan azabına mahkûm edilebiliyor.

Yukarıda temas ettiğim gibi, insana bahşedilmiş “vicdan” mahkemesi yanlı ve yanlış temayüllerle hayırdan çok şerre, mazlumdan çok zülme yatırım yapabiliyor. Yani insan kendindeki değere sağırlaşabiliyor.

İşte bu sağırlıkla, attığı adımlar ezber, baktığı yön taraflı, duyduğu söz ifadesizleşiyor.

Hal böyle olunca duyarlılığı zayıflıyor ve göz göre göre eziyetin, zulmün bir parçası oluveriyor insan.

Körleşmenin ve sağırlaşmanın getirdiği duyarsızlıkla önce kendine sonra topluma haksızlık ediyor.

Ve unutuyor insan, kendi kaderinin içinde temas ettiği isimlerin de payı ve hakkı olduğunu.

Bu unutkanlıkla kuşanıyor umursamaz, ben merkezli yolculuğunu! O vakit, kul hakkından dem vurmalar aldatmacadan mülhem bir sanal hikâyeden ibaret kalıyor…