İş o noktaya geldiyse, hep birlikte bir mezar bulalım kendimize. Peygamberinin kabrinin yanından geçerken ses çıkmasın diye raylara keçe döşeyen ecdadın torunu, üzerinden kuşların hicap duyup geçmediği “Kâbe”sine sahip çıkmak zorunda hissediyorsa anavatanında, zaten yaşamıyor demektir. Merak buyurmayın: Sahibi var onun. Ebreheler yollara düşmüşse eğer, “ben develerimden mes’ulüm, seni sahibin korusun” diyorsa şayet sevenleri, ebabillerini gönderir de yetim bırakmaz mabedini.
Şu kopan fırtına Kâbe’nin suretini ayaklarının altına seren üç-beş kendini bilmezin cürmünden mi sanırsınız? Bilselerdi işledikleri suçun büyüklüğünü, kirli bohçaya dönen muhalefet namındaki ittifakın iteklemesiyle tam da iktidarı dikta, polisi katil diye yaftalayıp “özgürlük pazarladıkları” vakit kendi topuklarına sıkarlar mıydı? Fakat o kadar uzaklar, bu milletin değerlerinden. Bu yüzden döne döne çamura saplanıp kalıyorlar her daim.
Sorun içinden çıktığı milleti hiç tanımayan, bu yüzden taleplerini en olmayacak yöntemler, en nefret uyandıracak slogan ve sembollerle dile getiren bir grup gencin saygısızlığı değil. Onların “sınırsız özgürlük” söyleminin hülyasına dalıp, hakikati ıskalayan; gerçekler Kâbe’nin duvarına tosladığında ise ürkek tepkiler veren Müslüman gençlerin “politbüro” tarafından tek tek fişlenmeleri.
Şöyle diyorlardı Boğaziçi Üniversitesi’nin önü “bu meydan kanlı meydan” diye inlerken İslami kimliği olan gençler: “Üniversitemizin ulaşmak istediği çok seslilik ve toplumun her kesimine eşit mesafede olma idealine iktidarın rektör ataması zarar vermiştir”. Şimdi meselenin bir rektör ataması olmadığını; üniversitelerinde tezgâhlanan, fakat 15 Temmuz’da devletini uçurumun kenarından kurtaran bu milletin basireti sayesinde bozguna uğratılan oyunu anlamışlar mıdır?
O çok önemsedikleri“liberal-özgürlükçü buyrultuların” ne kadar büyük bir kandırmaca olduğunu; balyozunu gökkuşağı renklerinin ardına özenle saklayanların“en küçük itirazlarında”, Stalinist bir şehvetle nasıl kılıfından çıkardıklarını umarım görmüşlerdir.
Onlar gerçek niyetlerini daima süslü kelimelerle örttüler. 28 Şubat’ta başörtüsünü yasakladıklarında tam 1 yıl boyunca meselenin eğitim özgürlüğü değil, hijyen olduğunu tartıştı ekranlarda bol titr sahibi öğretim görevlileri. Bu yüzden ilk yasaklar tıp fakültelerinde başladı. Herkes onların kirli/yasakçı/despotik yüzlerini değil, başlarındaki örtüyle hastaların sağlığını tehdit eden öğrencileri konuştu. Tıpkı bugün çeşitli terör örgütleriyle birlikte “Gezi” benzeri sokak eylemlerini organize etmeye çalışan il başkanlarını değil, üniversite özerkliğini konuşmamızı istedikleri gibi.
Kâbe’yi sahibi savunur yüksek puanlı, kariyeri parlak çocuk. Sen en küçük işmarınla şımarıp, ümüğünü sıkmaya çalışanlara karşı, ağır bedeller karşılığında elde edilip, hoyratça harcadığın kazanımları savun.