Birinci mesele: 1917 yılında Yahudiler’e millî bir vatan bahşeden meşhur Balfour Deklarasyonu yayımlandı. 1909 yılında Sultan Abdülhamid tahttan indirilerek göz hapsine kondu, vefatına kadar da bu şekilde tutuldu. Türkler’e yöneltmek istediğim soru şudur:

Sultan Abdülhamid (azle rıza göstermekte) haklı mıydı? Ya da onu azledenler mi haklıydı? Türkler’den, özellikle Sultan Abdülhamid’i çok sevenlerden açık bir cevap bekliyorum. Bizzat kendi söylemleriyle ‘gerçek Sultan’ın tutuklu olduğu bir dönemde Osmanlı Devleti ile Araplar arasında patlak veren savaşlar hakkında ne düşünüyor Türkler?

İkinci mesele: Müsaadenizle bu sorumu da bütün Arap ve İslam devletlerine yöneltmek istiyorum: 1917’den bugüne dek Balfour Deklarasyonu’na karşı nasıl bir tutum takındılar? Bu deklarasyonu gerçekten reddettiler mi? Yoksa metni reddedip sonuçlarını mı uyguladılar? Bu deklarasyon Filistin’i Yahudiler’in millî vatanı olarak kabul etmektedir. Bu belge yüzünden Filistinliler öz topraklarının büyük bir bölümünden uzaklaştırıldı. Filistinliler’in öz yurtlarından kovulması uygulaması henüz bitmiş de değildir, bilakis günümüzde de devam etmektedir. Nitekim Filistinliler bugün de büyük zorluklar ve son derece karmaşık durumlar yaşamaya mahkûm vaziyettedir. Ancak bu zorluk ve karmaşa doğrudan İsrail eliyle değil, tam tersine (güya) Balfour Deklarasyonu’nu reddeden ama onun hedeflerine uygun davranan Arap ve İslam devletleri eliyle vuku bulmaktadır. Ve maalesef bu ülkeler hâlâ Filistinli mültecilere çirkin ırkçı muameleleri reva görmeye devam etmektedirler!

Bu kısa yazımızda meselenin bütün detaylarını ortaya koymamız çok zor. Ancak, kulak kabartırsanız Filistinliler’in birçok Arap ve İslam ülkesinin havaalanındaki kapalı kapılar ardından yükselen çığlıklarını duyabilirsiniz. Bu çığlıklar, o ülkeye nizami giriş vizesi olmadığı gerekçesiyle kapalı odalarda rehine gibi bekletilen Filistinli ailelerden yükselmektedir. Bu insanlar, Filistinliler’in ancak binde birinin başarabileceği zor şartlar yüzünden normal vize alamadığı için o ülkelere vizesiz girmeye çalışıyorlar. Böylece Balfour Deklarasyonu’nu kabul etmediğini iddia eden birçok ülkenin onun gereklerini yerine getirdiği açığa çıkmış olmaktadır. Nitekim bu ülkeler Filistinliler’e vebalı gibi davranıyor, onların ülkelerine girişini yasaklıyorlar. Çünkü onların vatanının adı artık ‘İsrail’ olmuştur! Filistinli artık geçici bir seyahat belgesinden daha kıymetli bir belge taşıyamıyor. Bu belgeyle de cehenneme bile gitmesine müsaade edilmiyor…

Filistinli bir yazar olarak zorluğun her çeşidiyle karşılaştım, karşılaşmaya da devam etmekteyim. Son derece acı verici detaylar biliyorum. Bu durumda bile Lord Balfour’a teşekkür etmek gerektiğini ifade edebiliyorum. Çünkü o bizim toplumlarımızın ve yöneticilerimizin zaafını ortaya çıkartmıştır. Araplar, Osmanlı Devleti’nin mirasını bölüşerek kendi özel devletlerini kurdular. Sultan Abdülhamid hapis tutulduğu hücresinde vefat etti. Türkler millî devletlerini kurdular. Bu süreçte Filistinliler bu koca dünyada yapayalnız ve sahipsiz kaldılar. Bütün bu yeni devletler Filistinliler’in hayatını kolaylaştırmayı, onlara insanca davranmayı reddetmektedir. Böylece Balfour Deklarasyonu’nun gereklerini yerine getirmiş olmaktadırlar. Zira Filistinliler’e ülkelerine girmek ya da ülkelerinden geçmek için vize vermiyorlar, onlara ülkelerinde onurlarıyla yaşama ve çalışma fırsatı tanımıyorlar.

Bütün bu ülkeler elbette Filistinliler’e birtakım yardımlar sunmaktadır. Çünkü bunların hepsi Filistinliler’i, ülkeler bölüşülürken vatanlarından olan kardeşleri değil bir dilenci gibi görmektedirler!

Balfour, deklarasyonunu yayımladığında bütün bu sonuçları biliyor muydu dersiniz?

Allah, Sultan Abdülhamid’e ve bu acı hakikatin detaylarını bilen tüm duyarlı insanlara merhametiyle muamele eylesin…

Çeviri: Fethi Güngör