“…ve insan kendisine karşılıksız ikram edilen dünyayı yeniden satın alma gafletinde bulundu!”

Tez harcar, çabuk eskitir olduk. Yenilere duyduğumuz ihtiyaç miktarınca yoksul, sahip olduklarımızı beğenmediğimiz nispette savurganlaşan bir toplum haline geldik.

Ne ile tamam olacağımızı kestiremediğimizden olmalı ki, eksiklerimiz tamamlamakla bitmiyor. “Daha fazla, daha iyi, daha güzel, daha yeni, daha kaliteli, daha geniş, daha büyük” gibi bir “daha”lar canavarına tutsak oldukça yetinmelerimiz azalıyor.

Elimizi neye ve kime atsak tükeniyor. Telaş içinde ömrümüz tükeniyor.

Zaman, işlerimizi yetiştiremeden tükeniyor.

Cebimizde paramız tükeniyor.

Dizlerimizde derman, kalplerimizde sevgi, kapılarımızda dost tükeniyor.

Tüketirken çoğalıyor yoksulluğumuz ve varlık içinde yok oluşun, gıyabi yoksulluğun menkıbesini yazıyoruz.

Varışlardan vazgeçtiğimizden beridir, bitip tükenmek bilmez bir yarışın koşucuları gibi mekik dokuyoruz alışveriş merkezlerine.

Dolaplarımızın boşluğundan değil, ruhumuzun açlığından düşüyoruz telaşa.

Acaba baktığımız fiyat etiketi adedince hatır soruyor muyuz?

Alışveriş merkezlerine gittiğimiz kadar, pencere önünde, beklemekten tükenmiş bir çift ıslak göze dokunmak için aldığımız eşya adedince gidebiliyor muyuz?

Neden her yer dar geliyor?

Niye çarçabuk bunalıp sıkılıyoruz da bulunduğumuz mekânları, derdini dinlediğimiz dostları içimizden sessizce, “bunaldım” diye geçirerek terk etmeye yeltenir olduk? Neden bunca zamansızlığmız?

Çünkü bizler tüketiciyiz. Üretsek de üretmesek de, tüketmeye mecbur edilenleriz.

Marka giyim kuşamlarla sınıf atlanıldığını zanneden, kariyeri eşya ile tesis etmeye yeltenen, tüketenlerle dolu ülkemiz.

Yetinemeyip aslımızı, neslimizi, tarihimizi, geleneğimizi, öz kültürümüzü minik minik kemirerek tüketmeye pek teşne kimilerimiz.

Oldum olası kulağımı tırmalayan, zihnimin bir köşesinde kullanılan anlamından ziyade bir meslek adıymışçasına canımı sıkan, üstelik ister istemez o kategoriye kendimin de girdiği “tüketici”lerdeniz.

Peki, nasıl kabullendik biz bu “Tüketici” yaftasını? Çünkü sorgusuz sualsiz değişmeye teşneyiz. Çünkü, “İzim”ler öyle buyuruyor!

İşte böylesi bir kabulle  “Tüketici Hakları” adı adında fişlenmiş durumdayız.

Ne tuhaf bir adlandırmadır ki, temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için bile “tüketici” unvanı ile anılmak durumundayız hepimiz.

Tüketmenin hipnoz edici tesirine kapıldık ve derin yaralar aldık!

Unutmasaydık almakla değil, vermekle me’sud olacağımızı yenik düşmeyecektik kapitalizmin rekabet tufanına. Ve çiğnenmeyecektik değerlerimizi, kendimizi “izm” çarklarının diş(li)leri arasında.

Kolay lokma olmayacaktık ve yutulmayacaktık toplumları bölüp parçalama projesi olan pek çok “izm” tarafından.

Böylesi vurdumduymaz, boş vermiş, kendi telaşı içinde koşuşturan “nemelazım”cılar olmayacaktık!

Dönüşmeseydik böyle, veresiye defterine borç yazdıracaktık belki, ama kendimize, mazimize, tarihimize ve geleceğe borçlanmayacaktık!